10 Mart 2009 Salı

Vakti zamanında köyün birinde meşhur bir derviş varmış. Çok ama çok yetenekli, her şeye aklı eren, ileri görüşlü bir dervişmiş. İnsanlar beceremedikleri işleri ona danışırlarmış. Derviş kıvrak zekasıyla gelen soruların yanıtlarını ilk başta bilmese de nasıl yapılacağını zamanla öğrenir, isteyene de memnuniyetle öğretirmiş. Bu derviş halka karşı son derece mütevazi davranırken, gizliden gizliye aklı ve yetenekleri ile nasıl da kimsenin bilmediklerini bildiğini düşünür, kendisiyle övünürmüş. Hata yapan insanları görünce nasıl bu kadar basit hatalar yapıyorlar diye içten içe şaşırır, onlara karşı ise; -insan beşer, bazen şaşar – diyerek yine bilge bir tevazu sergilermiş.
Hasılı vel kelam bu derviş kendisini hata yapmaz yüce bir varlık olarak görmeye başlamış. Kendini yüce gördükçe yetenekleri güçlenmiş, algısı genişlemiş. Her sorularına cevap alan köylüler de onu yücelttikçe dervişin mertebesi ulaşılmaz erişilmez oluvermiş. Derviş artık bilinmeyenleri bilir, olacakları tahmin edermiş.
Gel zaman git zaman yabancı köylerden gelen biri hiçbir mana veremediği korkunç bir rüyasını anlatmış dervişe.
“Rüyalar tersine çıkar, korkunç olan iyidir” deyip rüyayı hayra yormuş ve köylünün içini ferahlatarak yollamış derviş. Köylü, dervişten duyduklarının huzuruyla mutlu bir şekilde köyüne geri dönmüş.
Ancak bilge derviş o rüyanın aslında büyük bir hazinenin habercisi olduğunu anlamış. Anlamış da, zorlu yolculuğa köylü dayanamayacağından mı, yoksa hazineyi kendisi bulup dervişliğine bir de zenginlik eklemek istediğinden mi bilinmez söylememiş olduğu gibi rüyanın tabirini köylüye.
Derviş zaten en bilge ve en sayılan kişi olduğundan hazinelere ihtiyacı yokmuş. Lakin o hazineyi köylüler için kullanabilir kendi yüceliğine bir de cömertliği ekleyip Allah katında da mertebe ilerletebilirmiş. Hem zaten basit bir köylü böyle zorlu bir yolculuğu da kaldıramazmış. Bunun üstesinden ancak derviş gibi biri gelebilirmiş.
Derviş toplamış köylüleri köy meydanına. Onlara özel bir rüya gördüğünü ve köyünün geleceği için üç gün sonra zorlu bir yolculuğa çıkacağını söylemiş. Bu seyahat sırasında köylülerini Allah’a emanet ettiğini, bununla birlikte birikmiş soruları ve işleri için ise o üç günü onlara ayırdığını söylemiş tevazuuyla.
Gideceği yeri köylünün anlattığı rüya sayesinde kestirebiliyormuş. Komşu ülkenin uzak bir dağındaymış bu hazine. Zaten herkes uğrasa mutlaka biri hazineyi bulup alıp gelirmiş. Bu dağ, o zamana kadar gidilmemiş, hakkında efsaneler çıkarılmış, eski bir volkanik dağmış. Derviş hiç dağ görmese de üstün kabiliyetleriyle dağa tırmanabilmeyi gözüne kestirmiş. Hem keçiler, geyikler, ayılar, hepsi dağa tırmanabilirken nasıl olur da bu bilge ve yetenekli derviş tırmanamasın ki?
Zengin olmak için değil demiş derviş, köyümün gelişmesi için ve –aslında içinden rüya yorumunda haklı olduğunu kendisine ispatlamak için - çıkmış yola
Günlerce yürümüş, Ülkesinden çıkmış komşu ülkeye girmiş. Onu görenler methini duyduklarını ve ülkesine geldiği için nasıl mutlu olduklarını anlatıyor, kendilerince hediyeler sunuyor ve evlerinde misafir etmek istiyorlarmış. Tabii ki onun yanına gidemedikleri için birikmiş dertlerini anlatıp onun önerilerini de sormadan edemiyorlarmış.
Derviş gidiyor olduğu yeri onlara kabaca söylemiş.
-Aman efendim gitmeyin ortası çok tehlikeli demiş aciz köylüler. Biz ne rüyalar gördük orası hakkında da cesaret edemedik gitmeye. Siz bize lazımsınız kulunuz köleniz olalım gitmeyiniz demişler.
Derviş onların gönüllerini kırmamak ve nasıl üstün olduğunun methini yapmamak için dediklerine ses çıkarmamış, dinlemiş gibi yapmış.
Bir sabah misafir olduğu evden şafakla beraber çıkmış ve dağın yolunu tutmuş. Hızla dağa doğru yürümeye koyulmuş, yürüdüğü yollar değişmeye, ayaklarına taşlar takılmaya başlamış. Tabii ki aldırmamış, taştır bana ne yapabilir demiş ve yoluna devam etmiş. Zaten bu zor bir yolculuktu, ben buna katlanmazsam ne farkım kalır aciz köylülerden deyip kendini ikna ediyormuş. Yollar değişiyor, taşlar yerini kayalara bırakıyormuş. Kayaları aşarım ben, insanların başaramadıklarını başarırım deyip yoluna devam etmiş. Oysaki yeşil çimenlerle kaplı bir vadide yaşayan bu dervişin ayakları hiç taşa basmadığı için olsa gerek bir çocuğun ayakları kadar narin ve yumuşacıkmış.
Bundan olacak ne dervişin ne de köylülerin ayakkabısı da, ayaklarını saracak bir şeyleri de yokmuş. El üstünde tutulan derviş ipek halılar üzerinde yaşıyor olduğu için bunu hayatı boyunca önemsemiş. Köylüler ise zaten başka bir şey akıllarına gelmedikleri için böyle yaşamayı peşinen kabullenmişler.
Derviş taşların ayaklarına ne kadar zarar vereceğine köylülerden alışkınmış, bu ne ki ilacım var yanımda üstesinden gelirim demiş. Yine de acıyormuş ayakları. Yürüdükçe acıyan ayaklarından utanmış ve kendisine daha kuvvetli olma talimatları vermiş.
-benim gibi her şeyin üstesinden gelen bir derviş nasıl olur ayaklarının acısına boyun eğer de köyünü zengin edecek hazineden vazgeçer, diyormuş kendine. Bilememiş o hazinenin neden ulaşılamaz olduğunu? Aslında biliyormuş, ulaşılmaz gibi görünme sebebi onu dervişin bulup getirmesiymiş. Artık dağın en yukarılarına varmış, hazinenin heyecanıyla ayaklarının parçalanışına aldırmıyormuş. Beyni ve kalbi birleşip ayaklarına talimat vermiş.
- sen bizim en aşağıdaki parçamızsın, Bu hazine neler katacak köyümüze ve hatta ülkemize, dayanmalısın.
Böylece dayanmış, dayanmadığı noktada yarı yürüyerek yarı sürünerek ilerlemiş. Karşısına dar bir girişi olan bir mağara çıkmış. Altınların ve elmasların parlaklığıyla giriş aydınlanıyor adeta gözü kamaştırıyormuş. Elmasların yanında bulunan kürklerle süslü ipek kaftanlarla örtülü kurulup şöyle bir soluklanayım demiş. Aylardır yürümenin verdiği yorgunlukla derin bir uykuya dalmış.
Birden köyünde buluvermiş kendini, Herkes çok mutlu ve çok zenginmiş, İstediklerini yiyebiliyor, istediklerini giyebiliyorlarmış. Kimsenin çalışmaya ihtiyacı olmadığından işler birikmiş. Daha fakir köylerden insanlar köyüne gelip çalışıyor köylülerin yapması gereken işleri yapıyor karınlarını doyuruyorlarmış. Çok sevinmiş derviş olan bitene. Hem kendi köylüleri hem de fakir köylüler nasipleniyormuş hazineden. Zamanla köye gelen işçiler hırslarıyla çok çalışıp para biriktirmeye, tembelliğe alışmış köylüler bütün paralarını işçilere verdiklerinden parasız kalmaya başlamışlar. Köylüler tembelliğe öyle çok alışmışlar ki özel işlerini bile yaptırmak için tarlalarını arsalarını satmaya başlamışlar. Zamanla köylüler fakirleşmiş, başka köylerden gelen işçiler köyün efendisi oluvermişler. Köylülerin artık hayatlarını kazanmaları için vaktiyle sattıkları tarlalarda çalışmaları gerekiyormuş. Tarla sahipleri ise dişlerini tırnaklarına katarak kazandıkları malların kıymetini çok iyi bildikleri için lüzumsuz işler için kimseye para vermiyor ellerindekinin kıymetini çok iyi biliyorlarmış.
Derken ayağında korkunç bir acı hissetmiş derviş. Kafasını acıyla mağaranın duvarına çarpmış ve başını yarmış. Büyük bir yılanın ayağından başlayarak kendisini yutmaya başladığını görmüş. Elini uzatıp eriştiği asayla yılana vurmaya başlamış. Uzandığı yakut kabzalı bıçakla kafasına doğru vuruyor bir taraftan ayağıyla diğer ayağına destek olup ayağını kurtarmaya çalışıyormuş. Tepesi zümrütlerle kaplı asa o vurdukça taşlarını döküyor, yılan yavaş yavaş geri çekiliyormuş.
Derviş ayağını yılanın ağzından çıkardığında parmaklarının kangren olmaya başladığını fark etmiş. Yılan belki canının acısıyla, belki de dervişi bir defada yutamayacağının, yutsa bile o karanlık mağarada sindiremeyeceğinin bilinciyle hazinelerin arasından sürünerek kaybolmuş. Derviş, üzerine yattığı kaftanı parçalamış, bacağını parmakların olduğu yerden bağlamış. Ama ne çare ayak başparmağı artık vücudunun bir parçası değil vücudunu çürütmek için yılanın ona bağladığı bir düşmanmış. En sonunda derviş almış yakut kabzalı bıçağı ve bedenini korumak için kesivermiş başparmağını. Çantasındaki ilaçtan ipek beze sürmüş ve başparmağın yerine bastırmış, Kalan ipeklerle ve kaftanın derileriyle üstün yeteneklerini birleştirip hiç görmediği halde bir çarık yapıvermiş. Orda daha fazla kalırsa yılanın veya başka hayvanların kan kokusuna gelip ona zarar vereceklerini bildiği için asaya dayanıp uzaklaşmış mağaradan. Ancak asada ne yakut kalmış ne elmas. O artık dayanmak için kullanılan bildik bir asaymış.
Can havliyle kayalıklardan inmiş. Geldiği yolu geri dönüp köyüne varmış, Nerdeyse gidişinin üzerinden altı ay geçtiği için ondan ümidi kesen köylüler dervişi görünce çok sevinmiş. İlk görüşmenin şokunu attıktan sonra ona hazineyi sormuşlar, İlk kez bir şeyi başaramadığını ifade edecekmiş derviş,;
-yoktu öyle bir hazine demiş, boşuna gitmişim, Ayaklarındaki çarıkları sormuşlar, -Bunlar yolda ayaklarımı korumak için yaptığım kılıftır demiş.
Köylüler zengin olma şansını kaçırdıklarına üzülmüşler ama dervişin çarıklarını da çok beğenmişler. Derviş onlara da çarık yapmış ve yapmayı öğretmiş. Çarıkların namı komşu köylere ulaşmış ve artık insanlar köye gelip çarık almak ister olmuş. Böylece herkes çarıklı gezmeye ve çarığına uygun başka giysiler üretmeye başlamış. Daha sonra dervişe yine hazine rüyalarıyla gelen onlarca kişi olmuş. Derviş hiçbirisi için yorum yapmamış. Zamanla yorum yapmayan dervişe kimse hazine rüyaları anlatmaz olmuş. Derviş ise Her akşam çarıklarını çıkarıp da yatarken, herkesten sakladığı gerçeğin bedelini, başparmağının yerine bakıp hazine için neleri kaybettiğini hatırlıyor canını kurtardığı için şükrediyormuş
9-mart- 2009
Elimde olsa aklımdan geçenleri uygulayabilsem dünyayı cennet yapardım.