Blog Arşivi

21 Aralık 2013 Cumartesi

Görünür olmak için görünmezlik duvarını aşmak mı lazım?‏

Görünür olmak için görünmezlik duvarını aşmak mı lazım?


Etrafıma baktığımda insanların saçlarının, gözlerinizin ve teninin renklerini, uzun, orta veya kısa boylarını, zayıf, normal veya şişman olmalarını büyük bir sorun teşkil etemdiğini farkettim. (en güzel mankenini arayan bir ajansın yöneticisi değilse bakan)



İnsanların kendileri gibi veya kendilerinden daha az güzel olanı kabul edebilirken sadece güzellikte çok iddialı olanların kendilerinden güzel ile yanyana olmaya cesaret edemediklerini gördüm

...

“Akıl derdi babaannem nazar almaz çünkü herkes kendi aklını beğenmiş saklar”.

Aklın ise ancak kendini gösterecek büyük bir gücün desteğini almamışsa arkasına kendini göstermebildiğini üzülerek gördüm.



Eskiden akla destek vermek için insan aranıyorken şimdilerde insanlar akıllarına desteği arar oldu.



Destek verecek olanları ise derin korkular sardı.

“Bana yeteri kadar hürmet etmezse, boynuz kulağı geçerse, beni saymaz da emeğimi heba ederse?...”



Akıllar "O zaman seçici olayım" dedi destek vermek için ki; medenleşen toplumlarda bunun için kurulan kurumlarda halkın vergilerinin bir kısmı ile hayatlarını sürdürürken.



Bunu farkeden seçilmişler "çok keyfi olmaya başladılar, merkezi sınavlar ile barajlar koyalım, yeterlilikleri arttıralım ki başkalarına da haklar (!) tanıyalım" dediler.



Seçilebilmek için; hayattan kopmak ve yıllarını bu sınavlara çalışarak tüketmek gerektiği için, madden veya manen buna dayanamayacak olanların bir kısmı da elenmiş oldu.



Hiçbir görüşü ihtiva etmeyen merkezi sınavlardan sonra görüşlerinin dikkate alınır olmasına utanmayanlar kendi cebinden çay ısmarlamadıkları halde seçilmemiş "değer verilmeyen" insanların cebinden yemekler yedi, seyahatler yaptı, kitaplar bastı, dünyanın sırrını anladı

Dünyanın sırrını anladı da “sahip olduklarının kendisine ait olmadığını” anlayamadı.



Nesli tükenmesin, varlığı önemsizleşmesin, çalıştığı kurumlar gereksiz görülmesin diye

"sen de gel" dedi katılmak isteyenlere pek tabii ki “görünmez olman kaydıyla”.

Doğduğunda ve okumaya başladığında kıymetli olup üniversitede ilgi gören insan; daha çok düşünmek, bunları paylaşmak ve dünyaya çareler üretmek için

Sistematik düşünme yoluna adım attığında;



“Toplumların kuraları şeffaf duvarlar gibidir ancak onlara çarpınca fark edersin” diyen hocamı tasdik eder gibi “seni artık görmeyecekler, en çok da biz görmeyeceğiz bu koşulla burada barınabilir ve bunları aşabilirsin” tabelasını okudu yüzüne bakmayan seçkinlerin arkasındaki duvarda.



Kendini yok edecek kadar cesur olmayan, görünen değil de gören olmayı yeğleyen çekilse de, daha akıllı, sabırlı, sinsi, belki de gerçekte göremeyecek kadar kör ve görülmezliğin manasını anlayamayacak kadar uzak olanlar takıldı bu kervana.

Kendilerini hiç görmeyip "görünüp de ne olacağım varsın burada kalayım" diyenler de oldu mutlaka.



Görünebilmek için çıktığı yolculukta kişi yavaşça görünmez olurken, ismin önüne unvanlar ve unvanı veren kurumlar geçmeye başladı, kimilerinde mesleğin, servetinin veya soyadının isminin önüne geçtiği gibi.



Bu yolla insan ve görünür oluvermeye başlayanları ayırmak için

“geçmişlerini, servetlerini, unvanlarını veya soysimlerini görmemiş olsak”

fikirlerini dinler, yazar veya okur veya düşünmeye değer görür mü yetkinler diye geçirdim aklımdan.



Şöyle bir etrafıma baktığımda...

Muhabbetlerimle

21 Aralık 2013 Zeynep Reyhan

www.kaplava.blogspot.com

25 Temmuz 2013 Perşembe

El de O avuç da O

Sabrı isteten de Allah,
İstedigine veren de
Derdi veren elbet dermani da saklar kendinde
Yanlışa da doğruya da
O dilerse variriz.
Herseyi kendimizden bilirsek
Aldaniriz.
Bir anda Ruhumuza can verirken Ruhu
Karar verdiğimiz,
O anı gerçekleştirilen
O'nu ve isimlerini ortaya serdiğimiz,
Sonrada marifet sayıp yaratılmayı
Diğerlerini yerdiğimiz.
Sırat;bizim inşaa ettiğimiz köprüdür
Niyetlerimizle niyazlarimiz aradinda gerdigimiz.
Dünyada insanlar var da
O uzaktan mı izler?
Madem ki sah damarimizdan daha yakin
Neden kendini gizler?
Biz dua ederken niçin göklerde bakariz.
El de O avuç da O
Niçin şifa gelsin diye Onu ellere açarız?
zr

15 Temmuz 2013 Pazartesi

insan dört güne sığan

Günlerden bahardı
Mevsim yoktu
Gökte ay vardı
Hep geceydi
Yıldızlar çoktu

Devran değişmiş
Bahar bitmiş
Ay gitmişti
Zifiri karanlık kıştı

Günlerden hazandı
Yazı değil de
yazılanı umut eden kazandı
Rüzgar
ruhun içlerine kadar sızandı
Havada renk renk uçuşan
hicrandı

Günlerden yazdı
Güzün hasat umudu olanlar
toprağı kazdı
Umutsuzların arazilerindeki
ayrık otları azdı
Kurumuş toprakları
kumlar kapladı
Sulak yerlerde
pirinç yerine yetişen
yabani sazdı

Bahar niyazdı
Kış
bedene kavuşmak için
geçen zaman
Dört günün içinde
imtihandı hazan
Cennet
mahsullerin toplanıp pazarlandığı
sonsuz mekan
Sabırla bekleyen için var olan

zr 16 temmuz 2013 salı

2 Temmuz 2013 Salı

• eskiden - o malum ülkede bir dağ köyündeyken-

Değerli İskender Pala;
yazınız beni çok eskilere götürdü.
bilin ki o ülke çok güzeldi ve bir köyü de benimdi,
yine de bilmeniz gereken benim için ne o köy kaldı ne de o ülke
şimdilerde çocuklarım için ayakta olan köyler ve ülkeler var
bana da onların hayallerini olabildiğince yaşatabilmek için verilen imkanlar
Onlar mutlu olurken bazen dalıyorum
sorduklarında gülümseyip geçiştiriyorum
işte benim o uzak köyüm için yanıp tutuştuğum zaman yazdığım
okuyup okuyup ağladığım
üniversite için geldiğim İstanbul'u kıskandıracak kadar bağlandığım
O ki beni köyümden ayırdı
Aldırmadan orda olanlara
kızıp İstanbul'dan uzaklaştığım
ana vatanım
çocukluğum
gençliğim
gurbette çektiğim
sıla hasretim
ESKİDEN…
(Sevdalının içindeki özlem)
Her şey umutla yaşardı
Eskiden,
Kardeşlerimle oynadığım oyunlar vardı
Babamın yaptığı tahta arabalar
Doya doya koştuğum çayırlar vardı
Doya doya uzandığım çayırlar…
Çimenler çiçekler etrafımı sarardı
En çok da mart ayında papatyalar vardı
Gelir aklıma da ağlarım yanımda ailem vardı.

Özgürlüğüm sınırsızdı o minicik dünyada
Bakışlarımı sonsuza taşıyan yıldızlardı.
Ben dalardım her kayan yıldızla
Dostum sırtımı rahatça dayayabileceğim ağaçlardı.
Uzanırdım, Öylesine
Düşünmeden düşünemeden başka şeyleri,
Kendimi dinlerdim
Bana eşlik edense kuşlardı.

Dere öyle ses çıkarırdı ki akarken
Köye ilk gelen şaşırır hatta korkardı
Ben geceleri hala korkarım
İçimdeki çığlıkları bastıran dere
hep akardı.
Şimdi o derenin kenarında
balık avlamak vardı
Hiç denemediğim,
Özlemini duyduğum,
Yapamayacağım düşlerim vardı.

Annemin sesini duyuyorum
Yine saklanıyorum kızacak diye
Babaannem eskisi gibi türkü okuyor
Ben dalmış ağlıyorum
Bir tek onlar olsaydı,
onlarla olsaydım
Özlem yine her bir yanımı sardı
Bir tek dünü istiyor canım
Bir güzel günüm
dünüm vardı.

Rüyalarım vardı
Dağların arkasında
deniz varmış gibi
Dünyadaki en güzel yer
dağların ardıymış gibi
Her şey sonsuza kadar
güzel yaşanacakmış gibi
Öylesine gördüğüm
rüyalarım vardı
Yalnızca rüyalarım kaldı
Keşke, keşke rüyalar gerçek olsaydı

En çok kardeşimin hasreti yakıyor
Uzaktaki yar olsa
gönlüm bu kadar arar mıydı?
Ablam kızkardeşim Kader
gözümde tütüyor
Bazen içimden bir ses
bırak git diyor
Kaçamayacağımı biliyorum
gerçeklerden
Hayat yine de sürüyor…

En çok özlediğim
salıncakta sallanmaktı
Babaannemin isyanını duyuyorum
İki ipin arasına tahta koymuş
sallanıyorum
Ara mabeyinde
Şimdi ipleri asacak
tahta bulamıyorum
Annemden yediğim tokadı unutmuşum
Yine gülüyorum…

Babamla oynamayı özlüyorum
En çok özlüyorum
En çok özlüyorum

Fındıklıklarda yuvarlanmak istiyorum
Hamuçera toplamak
akşama kadar
En eğlenceli en tatlı şey
hamuçera toplamaktı
Kardeşim hep benimkinden çalardı
Belki de onlar zaten onundu
Bunu hiç anlamadı.

Ahırda ineklerimiz
ağelde tavuklar vardı
Beyaz tavuğa bir ben
dokunabilirdim
Bana vurmazdı
Oyunum çoğu zaman onlardı
Hele taze yumurtaları almak
ne sarardı
Minik sarı siyah civcivler vardı
Analarının peşinden ayrılmaz
koynunda yatarlardı
Sıcacıktılar,
kalpleri hop hop atardı
Ben öperken onlar
dudaklarımı guduklardı
Hiç ayırmazdı anaları kendinden
Tüm dünyayı karşısına alır
kendini öne atardı
Ne pahasına olursa olsun
Bir tanesini bırakmazdı…

“Karakız” vardı
benden sonraki karakız
Karakız beni tanır
yavrusu gibi severdi
Tereyağlı ekmeğimin yağını yerdi
Benden akıllı olduğunu söylerdi babaannem
O tehlikeyi hemen sezerdi
Evden uzaklaşmaz
nahırı terk etmezdi
Ben,
benim aklım evden kaçmaktaydı

Kuşlar vardı
evin taş duvarlarına yuva yapan
Minik serçeler sakalar vardı
En büyük en güzel orkestradan
daha uyumlu
Canlı müzik yaparlardı
Ne kadar çabaladıysam boşuna
Ben onlara dokunamadan uçarlardı
Çoğu zaman onlara dalıp
saatleri şaşırdığım olurdu
Onların peşinden koşar
yolumu kaybederdim küçükken
Onlar
hep evin yolunu bulurlardı

Yazları öten
guguk kuşu vardı
Düşündüğüm yalnız gece mi öterdi
Yoksa gündüz kaybolur
gece mi duyulurdu sesi

Kargaların ötmesini
babaannem kötüye yorardı
Gerçekten de akşama kadar
Tarlanın başındaki direkte öter
Ancak haber gelince
susarlardı

Yaralı bir karga vardı
Oldukça yaşlı
Hep beraber tutmuştuk
Zaten uçamıyordu
Gagası öyle kocaman
öyle keskindi
Babam kanadına ilaç sürmüştü
Hatırlamıyorum
sonra iyileşip de uçmuş muydu?

Çok güzel bir kedim vardı
duman
Neredeyse benim kadar kocamandı
ve griydi tüyleri
O dizlerimde oturur
yatağımda uyurdu
Benimle dolaşır,
aklı sıra beni korurdu
Komşumuzun onu boğuşunu
unutamıyorum
Duman iyiydi de
bir parça serseriydi
Kucağımda onun
sıcaklığını duyuyorum

Sabahları
kapıya çoban köpekleri gelir
Rızklarını alırlardı
Bir parça ekmek hatırına
Gece boyunca
evin etrafında dolaşır
Yabani hayvanları
evden uzak tutarlardı

Oradaki canlılar
iyiliğin karşılığını
fazlasıyla öderdi
Fedakardırlar
insanları severlerdi
Eskiden
elleri nasır tutmuş
nineler vardı
Dosttular
dostunu tanırlardı
Benim eskiden
köyüm vardı
Dağlar benim dünyam
arkası rüyamdı
Babamdan sonraki aşkım
yeşil dağlardı
Her şey sonsuza kadar mutlu olacak
sanırdım
Meğer hepsi
benim kurduğum bir masaldı
Eskiden
masalların gerçek olacağına inanan
küçük bir kız vardı
Aldatıldı
Meğer
her masalın
bir sonu vardı
ZR İdealtepe 1994

16 Haziran 2013 Pazar

Bu gün ben başbakan oldum

Balkonun önünde unuttuğum iki piknik sandalyesi
Üç çocuktan oturabilen – pek tabii ki – iki tanesi
Biri ayakta kalmış, gizli isyanda
Diyor ki –içinden– ben oturamıyorsam taciz edeyim, parçalayayım ki oturamasın onlar da

Böyle bir soğuk savaş vardı balkonumun batı yönünde
Demedim oturamazsınız benim sandalyelerimde ve evimin önünde
Dedim ki dilersen sana da bir sandalye vereyim
Sandalye istemezsen yere kilim sereyim
Yok ısrarla parçalayacaksan bedelini isterim, borçlanırsın
Güzellikle oturursan bilmeni isterim, çok hoşlanırsın

İkisi biz çok usluyuz sıkıntımız yok dedi
Parçalamaya çalışan o diyerek ayaktakini gösterdi
Üçüncü umarsız tavırlarda yandaki erik fidanına yaslandı
Yeni dikilmiş erik onun hoyrat tavırlarına karşı çaresiz kaldı
Omuz silkerken kim bilir nerelerdeydi aklı

Ben aldırmadan üçüncü sandalyeyi uzattım ona
Asi gibi görünürken ilk oturamadığı için gururu kırılana
Bir hamlede kapıp sandalyeyi açıverdi
Tespihe dizilmiş boncuk misali ötekilerin yanına yerleşti
Şanslısın büyük olan sandalyeyi aldın dedim
Daire veya üçgenmiş gibi karşılıklı oturmalarını önerdim
Herşeye hayır diyen ilk diğerlerinin karşısına geçti
Diğerleri de sandalyelerini ve yüzlerini birbirine çevirdi

Kavga etmediğiniz sürece istediğiniz kadar durun
Sıkılınca seslenin ben de içeride oturuyorum
Büyüğüm ya rahat rahat konuşsunlar istedim.
Kendime iş icat edip mutfağa geçtim

Yaklaşık önbeş dakika sonra balkondaki küçük oğluma seslendiler
Anneni çağır biz gitmeye karar verdik dediler
Balkona çıkıp “beni mi çağırdınız” dedim
Teşekkür ederken gözlerindeki gururu, seslerindeki sevgiyi içime çektim
Gülümseyen yüzlerle ve son derece edeple sandalyeleri uzattılar.
Soruma cevaben kısaca kendilerini tanıttılar

Seslenirseniz ben hep buradayım dedim,
Emrinize amadedir sandalyelerim

Onlar giderken hizmet etmeyi tattım
Mutfağa döndüğümde eşime olanları anlattım
Mutlu eden hizmeti yapmak mı? Yaptığımı anlatmak mı?
Kıymetli olan sandalyelerimi korumak mı yoksa onları çocuklarla paylaşmak mı?

Ben üç sandalyeyi onbeş dakika kullandırdığım için gururlandım
On seneden fazladır hizmet veren başbakanın mağrurluğunu anladım
Ben dedim – eşime – hizmetkar olmaya gelmişim
Çocuklara sandalye tahsisatıydı bu günkü binyüzbeşici işim.
Bir de uzlaşmazlığı ve belki de kavgayı önledim
Hem başbakan oldum hizmet verdim hem de orta yolu buldum

Yıllardır dedim beni para için çalıştırdılar
Yalnızca verilen vazifeleri ifa etmeye alıştılar
Birşeyleri değiştirmek istediğimde dinlemiyorlardı
Konuşma, karışma ve hatta çalışma biz sana maaşını tam veririz diyorlardı

Ben bu gün kendimden birşeyi paylaştım
Hem olanı verdim hem de imkansızlıkları aştım
Belki bu gün başlayacak bir soğuk savaşı dindirdim
Üç arkadaş arasındaki husumet ile bertaber içimdeki beni de sindirdim.

Bırakıverdim onlara –kullanmadığım – sandalyeleri
Ayırdım zamanımı ve mutlu oldu benden başka birileri
Çocuklarla bir oldum büyüklük taslamadım
Sandalyelerimi korumak isteyen içimdeki bencil çocukluğa sırtımı yaslamadım
İlave olarak duvardan sandalye bile indirdim

Kullanmadığım sandalyelerim sayesinde onbeş dakikalığına başbakan oldum
Ve etrafımdaki üç gencin sıkıntısını dindirdim
ZR

9 Haziran 2013 Pazar

Aslıhan Hanım'a "örtülü olmak öncelikle Müslüman gibi ölçülü olmaktır"

“Çocuğa başörtüsünü nasıl anlatmalı?” Başlıklı yazınızın ilk sayfasındaki resime güvenerek büyük bir umut ile başladım okumaya. Okudukça yıkıldım, üzüldüm, kahroldum. Ya siz örtülü değilsiniz ya da hayatı sorgulayan birisi değilsiniz diye düşündüm.
Belki bir akademisyen, öğretmen olarak, belki maaşlı bir din insanı veya yazar olarak güzel yazdıklarınız. Ancak taa küçükken hayatını örtülü olarak geçirmek, Allah’ın istediği gibi yaşayabilmek için yanıp tutuşan ve yedi yaşında iken ülkenin örtülü cumhurbaşkanı olabilmek için üniversiteye gitmeye karar veren biri olarak diyebilirim ki anlattıklarınız ne örtüyü ne de örtülü insana insanların kapattıkları yüzlerce örtüyü ve küçük örtülü kızın nasıl özgür ve örtülü olabileceğini anlatmıyor.
Bizde kızlar ergenliğe girdiğinde veya imamhatipe gittiklerinde örtünürken erkekler de ergenliğe girer -Peygamber de yaşadığı zamana göre kadın kadar örtülüdür de- sadece kızlar içindir örtü. Örtünecekler ya ne yüzebilirler, ne bisiklete binebilirler, ne ağaca tırmanmaları mümkündür uzun etekleriyle ne de keman çalabilirler başlarından sarkan örtüleri boyunlarını kapattığı için.
Erkekler de müslümandır kadınlar da. Biz küçük kızlarımıza hem örtüyü hem de hayattan uzaklaşmaları için üzerlerine yüzlerce örtümüzü giydirirken, erkek kardeşinin, eşinin, veya babasının mayosu ile denize girmesi, yazın serin serin oturması, arkadaşlarıyla istediği yere tatile veya konsere gidip çılgınlar gibi eğlenmesine değil de “elhamdulillah müslümanız” demesine bakarız.
Oğlumun yılsonu şenliğinde bayan müzik öğretmeni davul ile ritim tutarken erkek müzik öğretmeni org çalıyordu. Annem “ne utanmaz kadın hem başını örtmüş hem de davul çalıyor” dedi. “adam da org çalıyor ama” dediğimde “olsun ona bakan müslüman olduğunu görmüyor ,o erkek ama kadın madem davul çalacak açsın başını da müslümanları günahkar göstermesin” dedi.
Bizim inancımızda rahibelik veya ruhbanlık yok ama camideki imamlar ayrı giyinir de halktan erkekler ayrı (gayrimüslümler gibi)giyinir. Örtülü müslüman kızlar ayrı yaşar da örtülü olmayan müslüman kızlar veya hiçbir islami emare taşımayan (sünnet hariç ama o da görünmüyor ki) erkekler ayrı yaşar.
Bana göre örtü hayatımızı islama göre ölçülü yaşamak.
Sizden günümüz dünyasında müslüman olmanın taşınması gurur duyulacak bir kıyafet olduğunu Sünnete bu kadar itibar eden –ehlisünnet- olarak bizlerin erkeklerimizin de Peygamberimiz gibi “müslüman gibi örtülü ve ölçülü” yaşamları gerektiğini,
Örtünmenin Allah’ın bize olan sevgisine onu severek ve sevdiklerini yaparak cevap vermemiz için bir vesile olduğunu,
Örtünün harama kaçmadan (erkek ve kadın için aynıdır haram) yaşamanın önünde engel olmadığını,
Örtülü kızlarımıza sporla, müzikle, resimle, mimariyle, heykelle veya akla gelecek her türlü sanat dallarıyla, bilimle, sosyal veya kültürel faaliyetlerle içiçe olmalarında rehberlik yapmamız gerektiğini,
Ve “örtü adı altında aslında islamı dışayan dünyaya” karşılık örtülü kızarımızın örtülü olmayan kızlarımızın yanında gördükleri ikinci sınıf muameleye karşın özverilerine destek olarak her alanda önlerini açacak pozitif ayrımcılığa layık olduklarını yazmanızı beklerdim” ZR

23 Mayıs 2013 Perşembe

Kim ne olmalı -ya da -kim ne olmamalı?

Bir ülkede Kim nasıl olmalı -nasıl olmamalı;

Hekim, sağlık verirken gizlice sigara içerse
Hakim, adalet verirken hukuku ihmal ederse
Polis, rüşvet alır verirse
İlahiyatçı, gayri meşru bir ilişkiye girerse
Manav, alışverişini süper marketten yaparsa
Mühendis, malzemeden çalan bir mutahite geçim derdine teslim olursa
Eğitimci, dersten derse eline kitap alırsa
Akademisyen, bilimsel meraktan dem vururken farklı düşüncelere yüz çevirirse
Siyasetçi, kendisine oy vermeyenleri ihmal ederse
İmam, izindeyken namazlarını terk ederse
Belediye başkanı, olanı tüketip uzaklardan getirmeyi marifet bellerse
Zengin, vergiye sıra geldiğinde hayatından şikayet ederse
Koca, yıllarını kendisine veren karısını terk ederse
Kadın, yıllarını kendisine veren kocasına her gün dırdır ederse
Anne, çocukları kucağında sigara tüttürürse
Baba, akşamlarını kahvede geçirirse
Televizyon kanallarında, şiddet filmleri gösterilirse
Vatan, haksızlar tarafından istila edilmişse
Halk, haklıyı haksızı seçemeyecek kadar körleşmişse
... se... sa... ise

Ne kalır ki geriye?
Bir çocuk kimi örnek alır ki böyle bir düzende?
İstisnalar kaide olunca, Kaideler istisna ZR 17-04-08

21 Mayıs 2013 Salı

Simdi tam zamanı

Bazı yollar vardır Yanından geçip
Girmediğimiz
Her zamanki yolda tümsekler, çukurlar yorduğu halde
Diğer yolları düşünmeyip
Sıkıntılı yoldan geçeriz

Bazı yerler vardır Bizim otelin biraz uzağında,
Küçük bir kasabada,
Aklımıza gelmeyen
Tatilde kalabalık ve gürültüden bunalır
Başka yerlere gidebileceğimizi düşünemeden
Şikayet ederiz.

Bazı işler vardır Aslında onun için yaratılıp da
Cesaret edemediğimiz.
Her sabah sıkıntıyla kalkıp,
Akşama kadar oflayıp
Emeklilik için gün sayar
Hayatımızı tüketir
Hayallerimizi ihmal ederiz.

Bazı kelimeler vardır Beynimizin arka raflarında durup da
Hiç kullanmadığımız.
“Senin hatan” yerine “hata olmuş”,
“bunalttın” yerine “bunaldım” demek
Onlar sırasını beklerken
Sitem ile başlar cümlelerimiz
Konudan uzaklaşıp tartışmaya kapılır
Dinleyip anlayamadan.
Küsü-veririz.

Bazı ifadeler vardır Kavgaları bitirip
Ayrılıklara son verecek.
Yanlış anlaşmaları giderip
Yaraları iyileştirecek.
Dilimizin ucuna gelir de söylemeye cesaret edemeyiz,
Özür dilemek yahut affetmek yerine
Yalnızlığı seçi-veririz

Yeter ki karar verelim,
Derdimizin dermanı
Hiç kullanmadığımız o yoldur
Yolumuzu gözleyen
O dağ evidir belki huzur verebilen

O iştir bizi tamamlayabilen
Telaffuz etmediğimiz kelimelerdir
Umutla bekleyen

Farkında olsak, Yaradan’ın bize sunduğu fırsatları
Başımızı kaldırıp
Önümüze baksak
Görebiliriz
Sonsuz aydınlıkları.

Şimdi sen değil de ben ne yaptım diyerek
Bütün kavgalara son verme zamanı

Tüm kırgınlıkları unutup,
Kendimize ve hayata karşı daha makul ve anlayışlı olup gülümseyebilme zamanı

Yargılamadan, Olduğu gibi kabul edip dünyayla uzlaşma zamanı
Henüz dünyadan ayrılmadan.

Şimdi sımsıkı sarılma zamanı
Sevdiklerine
Zaman arayı daha fazla açmadan ZR 31/05/2006

18 Mayıs 2013 Cumartesi

YENİ KOMŞULARINI DÖRT GÖZLE BEKLEYEN MASUM HAYVANCIKLAR İÇİN;

Eski bir reklamla başlayan kabusum;
4-5-6
Son zamanlarda ülkemin ekonomik gelişiminin lokomotifi olan sektörler sürekli reklamlarla gelişimlerinin hızını arttırmaya çalışıyorlar.
Bu firmaların adlarında yapı gibi kelimesinin kullanılması Türk dili adın beni bile mutlu ediyor. Hatta üretim yan kollarıyla birlikte bu sayede istihdamın artması daha bir gururlandırıyor.
Mutsuz eden kısma gelince:
Ülkemin güzel insanları yıllar boyunca hortumcuların onları soyması vs sebebiyle oluşan ekonomik krizlerle boğuşurken ev edinme ihtiyacını lüks görüp yalnızca karınlarını doyurmayla uğraştılar.
Sonra bir gün kim geldi de yaptı diyecek kadar ekonomi bilgim yok ama o geldi ve ekonomiyi düzelme yoluna koydu.
Bunun üzerine sevgili finansçılarımız; reklamlarla paranıza şu kadar faiz veririz diye para toplama, bunu devlete borç verip rant elde etme ve bu sebeple ülkenin borcunun artmasını sağlayıp bir şeytan üçgeni oluşturmuşken ekonomideki düzelmeden kar sağlamak için bu iyileşme ile gözlerini vatandaşın cebine diktiler.
Gelin size bilmem şu kadar faizle kredi verelim. Gelin sizi ev eşya araba vs sahibi yapalım……
Sonra ne oldu; ülkemin statik maaşlı orta gelirli vatandaşını; kiraya verdiği parayı arttırarak, zaten alışık olduğu gibi boğazından kıstırarak on bilemedin yirmi yıl boyunca soğan ekmek yemeye yönelterek ev-lendirmeye başladılar.
Ama bu arada sevgili para babalarımız ya bu hükumete güvenmediklerinden ya da son 15 yılda daha popüler ve kaymağı bol diye tekstilden para kazanmaya devam ettiklerinden bu talebi karşılayacak inşaat yapmadılar.
Halkımız da batan geminin malı diyerek enflasyonun yıllara vurulursa 10 20 katı fazla paya ev alabilmek için mevcut evlere saldırıp var olan fiyatları 2’ye hatta 3’e katlattı.
Sevgili para babalarımız da hatalarından çabuk dönüp halkımızı yemesinden içmesinden kılık kıyafetinden kısıp fellik fellik ev aradığını fark ediverdiler.
Enflasyonun nereyse sabit değişkenlere düştüğü ve dövizin de buna paralel hatta ülke gelişmişliğine orantılı olarak eskisi gibi kar getirmediğini fark edip tekstilden ellerini çekip gayri menkule veya yan kollarına yöneldiler.0
Ee bunu ballandıra ballandıra anlatmaları gerekiyordu ya:
Beni son derece mutsuz eden reklamları yapmaya başladılar
Asında reklamı yapan reklam şirketi olsa da ben inşaatçı firmayı hedef aldım kendime
Bu reklamlardan birinde; hayvanlar yeni komşularının geleceğini sabırla bekliyorlar.
Ben amatör bir doğa dostu ve aslen bir köylü olarak bu reklamı kınıyorum. Zira inşaatlara arsa açmak için İstanbul’un yeşil alanlarının nasıl katledildiğini işim gereği düzenli olarak oralardan geçerken gözyaşlarıyla izledim.
Ah güzelim hayvancıklar bilseler ki o inşaat bitince sıra onların ormanına gelecek hiç bu reklamda oynarlar mıydı(!) ?
Ah güzelim ev alacak vatandaşlarım; bilseniz yakında o ormanın yerinde yine lüks konutlar yapılacak ve yakında hava almanıza yetecek kadar oksijen üretecek ağaç kalmayacak o evlere o kadar para yatırıp da bu sistemi destekler miydiniz?
En çok da yavrum ve ülkemin evlatları için üzgünüm .
Bu gidişle yakında o güzelim hayvancıkları televizyondan ve hayvanat bahçelerinden başka bir yerde göremeyecek ve beklide –Allah korusun- oksijen maskeleriyle yaşamak zorunda kalacaklar.
Peki kime kızgınım.
1. Enflasyonun iki üç katı üstünde faizle borçlandırıp kendine kan emecek bedenler bulan finans sektörüne,
2. Halkın aylık faizi yıllıkla hesap etmeyeceği kadar cahil olmasından faydalanıp üstüne gayrimenkulün fiyatını patlatan ve lüks projeler uğruna son yeşil alanlarımızı katleden inşaat sektörüne,
3. Aslında bindiğimiz dalı kestiğimizi bildikleri halde yine rant uğruna bunları ballandıra ballandıra halkımıza yalan yanlış tanıtımlarla sunan reklam sektörüne,
4. Ve her birinin heybesini doldurmasına rıza gösterip üç kuruşunu onlara taksim eden bu arada aslında olması gereken değerin 10-15 katına ev satın alıyorum diye geleceğini ipotek eden masum vatandaşıma.
Devlete kızmıyorum zira durum böyleyken insanın Timur’un karşısına çıkınca yeni bir fil isteyesim geliyor.
Dilerim evlatlarımız ve onların evlatları bu hayvancıkları ve ormanları gerçekte doğal yaşamlarında görebilir.
Dilerim halkımız artık akıllanır.
Sevgiyle kalın

8 Mayıs 2013 Çarşamba

Fatih projesi kaç kişinin aklına Fatih Sultan Mehmet Han'ı getirecek?‏

Her ne kadar sabrı ortadan kaldıran bütün teknolojik imkanlara sahip isek de sabrı olan için sevgiyle yazılmış ve muhabbeti özleyen eski bir yazımı paylaşmak istedim, Fatih projesi ve tablet konusundaki Ahmet Turan Alkan'ın yazısını okuduğumda,
Tüm yüreklerin dosta ve muhabbete sahip olması dileğiyle....

esir etmek mi, azad edip sahip olmak için her an çaba sarfetmek mi
-yazı uzun ama hayat kısa-‏
İnsanları esir aldık,aslında esir olmaya başladık

Eskiden birine ulaşmak için mektup yollardık ve beklerdik, eline varmasını, okuyup cevaplamasını, sabırla beklerdik yazdıklarını
Bazen günlerce bazen haftalarca veya aylarca, sabırla ve sadakatle, umutla beklerdik
Belki mahallesine gider yolunu gözlerdik
Evinden çıkıp köşeyi geçmesini, konuşamasak bile uzaktan seyrederdik

Pul koleksiyonu yapardık,
Renkli zarflar ve mektup kağıtlarıyla, yaldızlı kalemlerde duygularımızı dökerdik
Gelen tüm mektupları saklar, kartpostalları biriktirirdik

Bayramları aile büyükleri ile geçirmeyi tatil köylerinde dinlenmeye tercih ederdik
Müsait mi diye sormadan dostu veya akrabayı ziyarete giderdik
Ve içeri alıverirdi bizi, hayırdır nerden demeden, buyur ederdi gülen gözlerle ve hasretle
Sarılırdık uzun uzun, sohbet ederdik
Yatıya kal der, misafir odasını hazır ederdi ev sahipleri
Birkaç gün kalmalıydık, yol uzundu
Ve bir daha kim bilir ne zaman görecek konuşacaktık
Helalleşip veda ederdik
Belki gene görüşebilirdik belki de bu sondu

Akşamları komşuya oturmaya giderdik, çoluk çocuk sohbet ederdik
Çam sakızı çoban armağanı, kışları kestane, dondurma götürürdük yazları
Ev sahibi isek misafirimiz için ellerimizle hazırlardık
Sarmaları, börekleri, tarhanaları, ev yoğurdu ile yapılmış mantıları,
kazandibi, keşkül, kremaları
Bayramdan bayrama baklava, ramazandan ramazana güllaç,
Yazları dondurma, kışları sahlep ve boza

Haftasonları pikniğe giderdik
Kocaman aile olur arabalara dolardık
Mangal yapardık, belki dere kenarı olurdu balık avlardık
Çocuklarla top oynar, ip atlardık,çekirdek çıtlatır yemekten sonra, ormanda yürüyüşe çıkardık

Fotoğrafları bastırır çoğaltırdık sevdiklerimize,
Yeni çıkan albümleri tükenmeden almak için beklerdik günlerce
Çok özel hikayeler için uzun kitapları okuduk
Evlerimizde çocuklarımız için ansiklopediler bulundururduk
Bir şeyi bulmak için tamamını okumalıydık
Kendi özetimizi çıkarıp el yazımızla ödevlerimizi sunmalıydık

Evden işe gittiğimizde kötü haber yok ise haber de olmazdı bizden
Beklerdi akşamları birbirini sevenler, çocuklarını anne babalar, arkadaşlarını çocuklar
Hayırdır inşallah ne geç geldi denirdi, ve gelinirdi
18 eylül önce gelmeliydin derdi şair, 18 sene boyunca içinde umut ve sabırla beklenirdi
…………………….
Sonra korkunç bir şey oldu
Önce telefon yaygınlaştı, sevdiğinin sesini duymak özlemi azalttı
Sonra daha korkunç bir şey oldu, her yer mobil telefon doldu
Her an esir oldu insan, her an ulaşılabilir
Böylece unuttuk beklemeyi, özlemeyi, sabretmeyi, tevekkül etmeyi
Nasılsın yerine nerdesin, yok tam olarak nerdesin,
Seni görebilir miyim yerine kaç dakikaya gelirsin
Ulaşamadım neden kapalı telefonun
Neden hala gelemedin, hangi yolu kullanıyorsun,
Dur netten bakayım belki boşuna oralara oyalanıyorsun

Sonra kıyamet alameti çıktı karşımıza, msn iletişim için girdi hayatımıza
Böylece kişi ile bedava iletişim başladı, sınırsız, sesli, görüntülü
Resimleri banyo etmek, plak veya kaset almak masraflı tarih oldu
Birçok kişiye aynı anda gönderilen maillerle posta kutuları doldu
Sürekli açık olmalı bilgisayarın veya bağlantılı telefonun
Böylece sabit ücret ile her şey bedava sahip olursun
Ve yeni sorular çıktı karşımıza, neden çevrim dışısın, yoksa beni mi engeldin?
Neden kişisel alanına o resmi koydun? Arkadaş listende olan a adam da kim
Neden meşgulsün, başkasıyla da mı yazıyorsun , kimlerle hangi dosyaları paylaşıyorsun

Bluetooth ile resim, kızılötesi ile video yollasam
Bayram tebriği için hazır gelmiş olan smsi,
Hislerimi anlaman için göndereyim -kimin çektiği ve gönderdiği belli olmayan –şu güzel çiçeği

Çok güzel bir mail geldi forward ettim, aklıma birşeyler geldi sen çevrim dışıyken ileti gönderdim
İstersen çok güzel müzikler var dinleyelim, gönderdiğim sunumlarla duygularımızı ifade edelim

Her anını esir aldık sevgilinin de aslında esir olduk teknolojiye
Kolaylaştı, ucuzladı ve arttı iletişim, azaldı güven
Kolay dillendirilir oldu içeriği ağır kelimeler,
Herkeslere dağıtılan mavi boncuklar, her göle çalınan mayalar
Sonra iki yüzlü ilişkiler başladı, güvensiz ,sanal, gerçek, günübirlik
Söylene söylene sözde kaldı, duygular uzaklara kaçtı
Ruh çok kırıldı ve ürkek oldu, bir o kadar cüretkar ifadelerle gerçek ve sanal alem doldu

Kırıldı birileri tarafından ya kırar oldu
Böylece tüketir oldu kişi, sevgiliyle beraber kalbindeki kutsal yeri
Zaman su gibi geçerken hikayeler arttı, iletişim kolaylaştı ancak kalıcılık ortadan kalktı
Harcanan zaman bitirdi ömrü, söylenen yalanlar umudu öldürdü –ki oydu yola çıkma nedeni-

Yarin eliyle yazılan mektuplar unutuldu, parmaklar hızlandı da el yazısı bozuldu,
Sevdiğine gönderilen resim bile sanal oldu, Albümler taşınabilir belleklere doldu
Sevgilinin saçının teli, mendiline sinen kokusu,
Beklerken umutla geçen zamanın, heyecanı, gelecek mi kaygısı,
Saatlerce beklemek sorgulamadan, yerini ve geleceği dakikayı tam olarak almadan
Tarihe karıştı,
Akşamları sohbetleri internete taşındı,
Eski filmleri izlemek için yayınlanacağı günü beklemek yerine download etmek
İletişim için harcanan zaman ve para ile bir cafeye oturup kablosuz bağlanabilmek

En fenası sevgili için duyulan güven, sevmek için gösterilecek emek yerini zaman geçirmeye bıraktı

Böylece esir aldık sevdiklerimizi, her dakikalarını takip eder olduk,
Yok ettik içimizdeki masum hisleri ve güveni,
Böylece istediğimizi söyleyen insanlarla etrafımızda sanal bir dünya kurduk

Birilerinin bizim için hazırladığı ezbere sunumlar ve hikayeler ile anlattık kendimizi
Böylece herkes ile aynı oldu hislerimiz, kendimizi katmadan yaşar olduk

Her şeyin iyi ve kötü yönleri var
Nasıl ki atomu parçalamak önce bomba yapmaya yöneltti
Şimdilerde iletişim de tuşları kullanmak duyguların önüne geçti
Uzun mesafeler uçak ile yakılaştı
Hasretler telefon ile aşıldı, ulaşılamazlık mobil ile ortadan kalktı
Bir bilgisayar bir kamera ve bir mikrofon ile belki de bir bağlantı, iletişim ve seyahat ucuzlaştı

Yine biz mektup yazsak birbirimize, telgraf yollasak düğünlerde
Yine akşamları evden telefon açsak, çat kapı sevdiğimizin kapısına varsak
O an bize yüreğinde ve evinde yer açacağına güvensek
Yazdıklarının gerçek olduğuna inansak, mektuplarını ve hediyelerini biriktirsek

Ve güvensek, kendimize, sevdiğimize, güvenebilip selam versek yanımızdan geçene
Geç kaldığında beklediğimiz güvensek aslında bizi bekletmek istemediğine

İşe yarardı teknoloji o zaman
Yine mesafeler yakınlaşırdı, ifadeler kolaylaşırdı, gerçek olurdu yazılanlar
Ve sabır olurdu bir şeyleri kazanmak için ihtiyacımız olan
Ve sabretmenin verdiği erdem ile yücelirdi insan

Böyle bir hikaye
Herkes kendini bir yerinde bulsun da lütfen sevdiğini aramak için akşamı bekleyedursun
Bayramda yollamak için biriktirsin kartpostalları, telefon açsın kandil akşamları
Mektup ile çocuğun elinin çizip büyüklerine yollasın, alan bir kutuda gelen mektup ve kartları saklasın

Ve yılar sonra sararmış resimler olsun albümlerimizde, Acı veya tatlı ama iz bıarakan anılar yüreğimizde
Yüzlerce kişiye yollanmadığına,
İnanalım gönderen için bizim özel olduğumuza
Ve özel hissettirelim bizim için özel olanları
Yok ise özel biri hayatımızda, olması için karar verelim, sık boğaz etmeden ilgimizi gösterelim
Esir almadan, her anını, hayatını

Hemen ifade etmeden yaşamak istediklerimizi
Zamanı sevelim ki sindirmemize yardım etsin hislerimizi
Sevdiğimize gösterelim ki emin olmak için söyletmek olmasın gayesi

Her an kapımıza gelebileceğini,
Yüreğindekileri özgürce paylaşabileceğini
Dilinin söylediğini kalbi, kalbinin hissettiğini aklı kabul ettiğinde
Bilsin onun için inşa edilen yürekte sonsuza kadar kalabileceğini ZR 20-05-08

6 Mayıs 2013 Pazartesi

bilmeden yaşamak için neler vermezdim

Bilmeden yaşamak için neler vermezdim. Başıma gelebilecekleri tahmin ederek yaşamak onları her an yaşamaktan daha zor?
Allah hangi günahı işlerseniz işleyin tövbe edin affedeyim diyor. Ben tarifi olmayan günahların içindeyim.
Kendimi kandırmak ve kandırdığım kendime başkalarını inandırmak. İki yüzlü olmak kolay olurdu onlarca yüzü olan için.Hangisine sahibim şu anda bilmiyorum.
Kimileri korku filmi izleyip korkmayı, macera filmi izleyip heyecanlanmayı isterken ben bunları düşünsem bile yaşıyor olduğum için daha somutunu görmeye dayanamıyorum.İnsanlar birisinin acısından bahsedip ona acırken ben o birisi olup içimi yakan acıyla mücadele ediyorum.
Bazen bu bir ruh hastalığı mı diye düşünüyorum, bazen yok sadece kalp gözüm açık da görebiliyorum diyorum.
Bazen yeşil yol filmindeki zenci adam gibi yaşayanların yaşarken dayandıklarına onlara bakarken veya bakmadan düşünürken dayanamayacak oluyorum.
Ya çocukluğumun ve çektiğim yalnızlığın etkisi bu ya da başka yerlerden beslenen bir akarsu.Akarken iyiydi, bazen coşkulu ve dolu dolu, bazen azalıyordu suyu da sonra bir şey oldu.Suyun önüne belki heyelandan düşen bir tepe, belki de suyun yavaş yavaş biriktirdiği çalıların doldurduğu bir boğaz engel olarak dikildi. Şimdilerde bir damla eklense o suya sanki kenarı daha da yükselecek ve belki de Hasankeyf gibi geçmişimi ifade eden çok kıymetli yerler suyun altında kalacak.
Korkuyorum. O barajın dolmasından veya onun doğal bir göl olmasından.Doldukça doluyor. Ben kulaklarımı kapatıyorum, bazen gözlerimi ve bazen elimi eteğimi çekiyorum hayattan ama engel olamıyorum. Ya o baraj doldukça dolacak ve sular yükseldikte vakiyle kıymet verdiğim herşey onların altında kalacak, ya da su öyle yükselecek ki o seti önüne katıp gidecek ve kimbilir nereler önce çamurlu sularla kaplanıp sonrasında çekilen suların bıraktığı yıkılmış lığın etkisinde kalacak.
Bilmiyorum. Bir çizgi film anlatsaydı halimi durdukça şişen bir kafa çizerdi. Bir korku filmi olsaydı aklımdan geçenler belki hasılat rekorları kırardı. Başarılı bir yazar olsaydım tarihe geçerdim. Oysa ki o kadar basit ve hiçim ki sadece kaçıyorum kendimden, bunları duyurmaktan ve düşünmekten.
Aklım pek çok dalga boyunu sürekli gören bir istasyon gibi. Duymak yoruyor. Zaman kimisi için düzenli ilerlerken ben kendime döndüğüm anlarda onlarca frekansa aynı anda yakalanıyorum ve karmaşık duygular altında eziliyorum.
O anlarda kızıyorum kendime daha çok okumadığım için çünkü daha iyi anlatabilmek için hislerimi çok daha fazla kelimeye ihtiyacım oluyor. O kelimeleri biliyorum ama konuşamıyorum, yazamıyorum. O anlarda bir ruh ikizi arıyorum. Benim düşündüklerimi düşünüp de beni rahatlatacak cevaplara sahip olmasını diliyorum. Yok. Bazen varmış gibi biri çıkıyor karşıma ama ya ben onu görmek istediğim gibi görüyorum ama onun ruh ile alakası olmuyor, ya da herşeye öyle özen gösterdiğim için o çok sevdiğim basit bir hatayı tekrarlamaya başlamışsa yok oluveriyor gözümde ve kalbimde.
Kalbimdeki mezarlığa öyle çok insanı gömdüm ki. Oraya yollamak zorunda kalmayayım diye uzak durmaya başlıyorum insanlardan.
Çoğunlukla babaannemi koyuyorum aradığımın yerine. Ölmüş olduğu için de günlerce ağlıyorum vaktiyle kıymetini bilemediğim için. Belki de annem anne olsaydı ve babam baba ben babaanneme bu denli büyük bir yer vermezdim içimde. O gittiğinde –Mevla onu aldığında- böyle kala kalmazdım dünyada sanki iki yaşında hem öksüz hem yetim kalmış gibi.
Sonra O beni öyle çok seviyor ki beni yaşam imkanları sundu ardı ardına babam gibi ve ben her yaramazlık yaptığımda sabırla bekleyip sevgiyle koynuna aldı beni annem gibi diyorum. Aslında O’nun bana olan sevgisini göstermesine veya benim görebilmeme vesile olduğu için beni annesiz ve babasız dünyaya göndermesine sabredebiliyorum. O beni nasıl sevip bana yakın olduysa ben de ona yakın olmaya çalışıyorum. Bana verdiklerinden ayrı kaldığımı düşünüp kendimi yalnızlığa alıştırmaya çalışıyorum. Sahip olduklarım bazen hediye gibi geliyor şükrediyorum, bazen yük gibi geliyor taşımakta zorlanıyorum. Derviş olsam kolay olurdu ama ben kadınım. Fiziksel olarak dünyayı tek başıma dolaşmaya kalksam kimbilir başıma neler gelirdi.
Zaten küçükken de korkardım tek başına biryerlerde olmaktan. Bir taraftan yalnız kalmaktan korkarken diğer taraftan da her hatamda dayak yememek için kaçardım evden. Bazen apartmanın merdiven boşluğunda beklerdim kaderimi, bazen kimsenin açmaya gerek duymadığı eski bir sandığın içinde. Bazen ormana kaçardım ilk korkunun verdiği cesaretle. Sonra dayaktan korkunun yerini hayal ettiğim varlıkların korkusu alır kuyruğumu kıstırıp eve yanaşırdım. Genellikle kaçtığım dayağın iki misli ile son bulurdu her macera. Ama hiç acızmadı dayak. Dayak vuranın beni sevmiyor olmasının verdiği acının yanında.
Dayak acıtmadı. Ne anne babanın ne öğretmenin ne de kardeşlerimin dayağı. Sözler acıtmadı. Küfür edenlere boş konuşan insanlar gözüyle baktım. Becerebiliyorlarsa dediklerini yapsınlar yoksa boş tenekeden farkı yok küfredenlerin dedim.
Aklıma gelecek tüm otoritelere meydan okudum. Annem ve babam olan kişilerden yediğim dayaklar, öğretmenlerimden işittiğim aşağılamalar dışında ne ceza evine düşebildim ne de düşülebilecek başka yerlere.
Ben asi oldukça insanlara O korudu beni. O beni korudukça ben daha dik başlı oldum.
Kimileri yüzlerce kitap okur O’nu sevenlerin yazdığı ve O’nu anlattığı ama anlamaz O’nun varlığını. Günde beş defa 99 ismini anar da anlamaz ya manalarını ben bunları öğrenmeden bildim ve bilmeden sevdim O’nu. İlk intihar girişiminde şeytan belki bana onunla kavuşacağımı fısıldadı ve huzur içinde kapattım gözlerimi. O daha değil beklemen gerekiyor dedi benim yaşamam için birilerini ve birşeyeleri bana sunarken. Ben bilmeden anladım beni en çok sevenin O olduğunu. Yüreğim sıkışıyor ona olan sevgimden bahsederken. En son bir gece evdeki tüpü açıp da ona kavuşmayı beklerken beni uyandıran ve uyuşmaya başlamış ellerimle o tüpü kapatmamı söyleyerek beni dibi olmayan kuyulardan çıkaran da O’ydu. Sonrasında denizden kurtulmam için yılanı yılandan kurtulmam için ise deli olmamı sağlayan da O.
Aslında herkesin verebileceği ve veremeyeceği hesapları vardır ya bana tüm hesaplarımı verebileceğimi çünkü her hesabın verilebileceğini, her yoldan dönülebileceğini, henüz şah damarımın yanında iken her gecenin sabahının olabileceğini öğreten de O’dur.
Peygamberin nasıl namaz kıldığı veya ibadet yaptığı hakkındaki rivayetlere göre ibadet yapıp da varını yoğunu inancı uğruna gözden çıkarabilmek bir yana fitresini, zekatını, vergisini verirken bile biryerlere birşeyler sıkıştırmaya çalışanlara, hakkı söylemek yerine yöneticisinin söylemesini istediklerini söyleyenleri, helalini kazanmak yerine kazandığı hakkı sonsuz kabul edip artık çalışması gerekmediğini düşünenleri gördükçe dayanamıyorum bizleri bu kadar seven var iken sevmeyenlere yaranmaya çalışanlara ve ölesim geliyor. Ölüp de bunlardan kurtulup O’na kavuşmak istiyorum. Bir gün ben de öleceğim. Bana benim iyiliğim için herşeyi verenden O’nun uğruna şehit olarak canımı alması için dua ediyorum. Bana verdiklerin için sağ ol ama ben seni istiyorum. Vaktiyle çok denediğim halde buna mani olan eminim doğru zamanı planlamış ve doğru şekilde şehit olacağım kaderi bana yazmıştır.
İşte o zaman ben cennete vardığımda benim gibi onunla olmak isteyen ailemle ait olduğum beni sevip koruyan anne babaya kavuşmuş olacağım. Sabır en önemli imtihan. Hele bir de özlem var ise insanın nefesini kesen geçmek bilmiyor zaman. Ve ne kadar özlerse özlesin insan ölümü doğan bir çocuğun doğmaktan korkması gibi ölmek korkutuyor. Nasıl olacağını bilmiyorum. Nerde geleceğini de. Ancak beni böylesine seven ve her fırsatta koruyup mutlu etmeye çalışan Rabbim’in bana en güzelini sunacağını biliyorum. İşte o an özgür oluyorum. Bu bir kavuşma. Beni yoran bu imtihanı yaşamak mı, yoksa insanların imtihanlarını seyrederken avazım çıktığı kadar “ yalan diyorsunuz siz inanmıyorusunuz, inansanız yalnz ondan korkardınız başkasıdan değil” diyemeden sessizce etrafımdakileri seyretmek zorunda kalmak mı? 7 mayıs 2013

Yapayalnızım

Yalnızlık içinde geçen bir ömürden sonra neden bu gün yalnız kalmış gibi yapayalnız hissedişim?
Dost ile ilgili okuduklarım yaşartır gözlerimi, içimden geçenlerle düğümlenir boğazım?
Kaybettiklerime yanmak ise gözyaşlarım neden hiç fark edemedim?
Şayet dostu bulmuş isem ne oldu da kıymetini bilemeden onu kaybettim?
Hep yarım, hep eksik, bir yanım bir yerde ve ben ondan uzakta yapayalnızım.
İsyanım haksızlıklara ve bunları normal görüp de haksızlarla normalmiş gibi beraber olanlara
Ne kadar olduğu belli olmayan bir ömürde yaprak misali onun bunun rüzgarında savrulanlara
Hayalim benim gibi kendi olan ve bunu cesurca konuşan dosta kavuşmak
Ne kendini ezdiren, ne de bir başkasının da ezilmesine sessiz kalmayan insanlarla buluşmak
Ukalalık yapıp benden başka yok desem aramazdım eşimi ve hissetmezdim eksikliğini
Tevazu gösterip anlayış göstersem acizliklerine, kapasam gözlerimi kulaklarımı çaresizliklerine
O vakit her şey güzel olurdu, güllük gülistanlık ve ben ne çok sevilirdim kim bilir böyle kıymetli canlar tarafından
O kadar büyük bir yalan ki sevgi, sevdiği ezilirken ve sessizce seyrederken sevgili
Hiç ezdirmedim ben sevdiğimi kendime bile ancak seyircidir sevgili sevdiğini başkalarının tüketmesine
Kim bilir nerededir beni bana bile ezdirmeyecek kadar, benim sevdiğim kadar seven?
Boşunamı verdim ruhumu,bağladım umudumu,
Yahut vermeseydim kendimi çekmez miydim bunca derdi elemi?
Öyle acıyor ki yüreğim yapayalnızken kalabalıkların içinde.
Bir böcek olsam ve yüzlerce böcek gibi otların arasında kaybolsam,
Yahut oradaki ot olsam, ordan ötesini bilmeden yeşersem, çiçek açsam, sonra sararıp solsam
İnsan olmasam da anlamasam etrafımdakilerin insanlıkla alakaları olmadığını,
Aklım olmasa da sorgula masam haksızlıklar yaptıklarında sebebini,
Mahkemeler kurmasam ve müebbete mahkum etmesem sözüm ona bana en çok kıymet verdiğini söyleyenleri
Sevmesem de alıp başımı gidebilsem arkama bile bakmadan
Ben bunca değer verdiğim için mi bana bu imtihan,
Asıl değer vermem gerekeni bana boyuna hatırlatan.
Yapayalnızım, bedenim burda, ruhum eksik, etrafımdaki yamyamlar arasında ben ölüm orucundayım.5 mayıs 2013

10 Nisan 2013 Çarşamba

Yaşlılık kimisi için yaş almaktır, kimisi için yaşını kaybetmek

Kimisi hiç yaşlanmaz Özal gibi, kimisi asılsa da on yıllarca ölmez Menderes gibi.

Kenan Evren veya Süleyman Demirel gibileri bu dünyada hem yaşarken bulundu hem ölüyken. Bülent Ecevit ise şanslı bir liderdir onlara göre sahip olduklarını kaybetmeden sadece canını kaybettiği için.

Ölmek, vaktiyle emir verdiklerimin artık beni dinlememesi hatta onlardan emir alır konuma gelmem olurdu benim için şayet bir komutan veya lider olsaydım.Ölüm bunamak veya işe yaramayan fikirler üretmem olurdu benim için bir bilim adamı olsaydım.

Mevlana için yaşlılık erdeme giden yol iken Aziz Nesin ve Necip Fazıl için başkalaşmaktı gençken sahip olduğu değerlerinden. Kimin doğruyu bulduğunu gördüklerinde asıl ölüm yaşanacak onlar için sonsuz yaşamın başlayacağı alemde.

Şükretmem gereken şeylerden biri,Yaradan'ın bana kaybedersem yaşamaya devam edemeyeceğim kadar büyük bir güç vermemiş olmasıdır. Cesedimin sahip olduğum herşeyi kaybettikten yıllar sonra defnedilmemesidir Margaret Thatcher gibi.

Dünyayı değiştirdiğini düşünüp böbürlenen Steve Jobs’a kendi ölümü karşısında acizliği yaşatan ve kazandığı bütün başarılara karşın en vasat insan gibi çaresizce kendi ölümüne seyirci bırakan Allah’a şükretmem gereken bir başka önemli şey ise kaza ve kadere imanı emrederken, aslında herşeyin başıma gelebileceğine beni önceden hazırlamasıdır.

Bedeni sağ iken aklını, yetkilerini, varlığını kaybeden insan için azap cehenneme gitmek midir bu şekilde yaşadığını görmek mi?

Milyonları kurtarmak için binlere işkenceyi ve sıkıntıyı yaşattığı düşünülen Kenan Evren elden ayaktan düşmüşken, yürüyecek gücü bile yokken bu dünyada hesaba çekiliyorsa idam mı zor gelir ona kalan zamanını hapis olarak bir odada geçirmesi mi?

Haksız yere katledilen Hz Hüseyinin adını dualarla yüzyıllarca yaşattıran da O iken, onu öldüren Yezide yaşarken ölümü isteyecek acıları verip canını aldıktan sonra hiç yaratılmamış olmayı dileyecek şekilde adını tarihe yazdıran da yine O'dur.

Allah kimi kulunu sağken muvaffak etse de tarihe öyle kaydettiriyor ki dünya durdukça yuhalanıyor lanetleniyor insanlar tarafından.

Kiminin önce sahip olduğunu zannettiği tüm gücü ve itibarı alıyor, aklı ve sağlığı bedenini terkediyor da ruhu aciz bir şekilde kendine olanları seyrediyor.

Kimi kulunun bedeni ile ruhunu aynı anda alırken kimisinin bedenini ansızın alıyor da adını sevgi, saygı ve dualarla sonsuza kadar yaşatıyor.

İnsanların nasıl yaşadığına, nasıl yaşladığına, nasıl öldüğüne ve öldükten sonra nasıl anıldığına bakan için Allah'ın adaletini anlamak bir çocuğun gördüğü hayat bilgisi dersini anlaması kadar basit olacaktır aslında anlayan için. 8/4/2013

7 Nisan 2013 Pazar

Akil insan -Akıl akıllı ise akılda kalır, şimdi akıl almazda yazılmazsa da gün tarihte yazılı kalır. Sevgiyle kalın.

Sevgili Nuriye Akman;
Sizin yazılarınıza cevaben yazdığım kimbilir kaçıncı yazı bu. Daha öncekileri yollamadım ama bu sefer durum farklı. Sizin yazınızla Mustafa Armağanın yazısı birleşince yazılanları üstüme alıp cevap vermem zaruri oldu.
1. Siz akil adam olarak rol istiyorsunuz ve haklısınız, kendini akil görenler şayet bunu resmi makamlarca tescilletmedilerse akil değiler mi?
2. Ülkeyi halk düşmandan temizleyip meclisi kurmuşsa kendi basit sorunlarını çözemez mi?
3. Bizlerin düşmanı ülkeden kovma gerekçemizde ve İstiklal Marşı’nda da belirtilen Allah için savaşmak, kimseden görev beklemeden Allah için bu yola baş koymak yetmez mi?
Geçenlere ülkemin büyükleri karar verdiler. Benim gibi Halk eğitim merkezinde çalışan öğretmenlerin öğrencileri mutlu veya motive etmesi için kurs başına ikişer hediye gönderdiler. Bizden iki öğrenciyi seçip hediye vermemizi istediler. Yaşları yirmi ile altmış arasındaki kursiyerlerden ikisine hediye vermemiz gerekiyor. Bunların görevi ne? Kursa gelip birşeyler öğrenmek. Zorunlular mı? Hayır gönüllüler. Bunun için Hayat boyu öğrenme programı çerçevesinde bizler kurs açmaya zorunluyuz. Ama içlerinden seçmemiz gerekiyor. Yani benim iki kurisiyerimi seçip “aferin çok iyisiniz” deyip diğerlerinde de “siz de çok iyi olun size de kahve fincanı hediye edelim” demem gerekiyor.
Ben bunu yapmadım. Yapamam da zaten. Gecelerce düşündüm. Kimi seçmeliyim? Kimi ayırmalı kimi öne çıkarmalıyım? Sonunda bunu kursiyerlerin seçmesi gerektiğine karar verdim. Kursiyerlere ikişer isim yazmaları için küçük kağıtlar ve birer kalem verdim. İlginç olan seçilen isimlerin benimde gönlümden geçen isimler olması oldu. Düzenli devam eden, sabırla çalışan, şikayet değil teşekkür eden kişiler seçildi. Halk eğitim müdürü“ kimi seçtiniz hocam?” dediğinde “ben değil kursiyerlerim arkadaşları seçti” dedim bururla.
Bence benim gibi öğretmenlerden tutun da müdürlere, hakimlere, savcılara, gazeteceilere ve akil adamlara kadar herkesi seçmeliyiz. Bunlar bize dayatılmamalı. Seçtiklerimiz şayet bizi mutlu etmiyorsa sonraki dönem seçmeyerek onlara tepkimizi belirtmeliyiz. Onlar da padişahlığın kalktığını ve hiçbir koltuğun hiçbir kimseye tapulanmadığını hissetmeli ve ona göre insanlara sevgi ve saygıyla muamele ederek vazifelerini yapmalı.
Demokrasi için değil imparatorluğun devamı için savaşan insanlarımıza sormadan ülkeye demokrasiyi getirip de diktatör gibi on yıllarca hükmeden yöneticilerin bize miras bıraktığı “ben akil isem o beni seçer yoksa ne haddime olsa olsa sakil olurum” hissinden kurtulup, kaderimize yön verme imkanını bize veren Allah’ın bana verdiği yetkiye dayanarak sizi “akil insan” ilan ediyorum. Sizin görüşlerinizi seçilmiş (!) yöneticilere anlatıp onları ikna etmenize gerek yok. Bizlere anlatın biz de başkalarına anlatırız.
Akıl akıllı ise akılda kalır, şimdi akıl almazda yazılmazsa da gün tarihte yazılı kalır. Sevgiyle kalın.

23 Mart 2013 Cumartesi

Birini kınıyoruz diğerini yüceltiyoruz, bence ikisi de aynı

İsrail Filistin’i işgal eder, Amerika Filistin’e nasihat eder, İsrail’e destek verir.Ülkemde adam kadını döver, aldatır, aşağılar, aile büyükleri kadına sabret der nasihat eder. Devlet kadına çocuk yap bir de becerebiliyorsan çalış der. Adama bürokratlık, bakanlık, yazarlık, akademisyenlik düşünürlük ne varsa verir. Evliliğin zor anında adam hesabındaki paralarla ve mal varlığıyla yen ibir hayat kurar, kadın ortada kalır. Bunlar geçti gözümün önünden zaman gazetesinde çıkan Obama’nın İsrail’e ziyaretini ve Nurs köyündeki Üstadın akrabalarını anlatan haberi okurken.
Samet Altıntaş “Üstad’ın fikirleri yaşadıkça ülke bölünmez” başlıklı haberinde resminin altına “Nurs köyünde yaşayanlar, yıllardır her Cuma günü Bediüzzaman’ın doğduğu evde Risale dersi veriyor” yazıyor. Resimde orta yaş üstünde adamlar oturmuşlar. Muhtemelen ders yapacaklar veya yaptılar. Zira ders yaparken çekim yapılması olmaz.
Üstad erkek. Hiç evlenmemiş. Kadınlar iyi olsaydı, onun fikirlerini anlayabilecek olsaydı, ona faydası olacak olsaydı mutlaka Üstad da evlenirdi. Hocaefendi de erkek, hiç evlenmemiş. Cemaatin düzenlediği her etkinliğin başında bir erkek var ama bunların bir kısmı evlenmiş. Hanımları da okumuş ama yoklar, onları sadece akıllılar görebiliyor.
“Hocaefendinin kadını şefkat ve merhamet abidesi olarak tanımladığını” yazdı başka bir yazar zaman gazdetesindeki köşesinde. Aklı, fikri, ailede söz hakkı değil, şefkat ve merhameti anlatıldığında –süt anne gibi- bir kadın olarak onore oldum Hocaefendinin kadına bakışını ortaya koymasından (!)
Risaleleri bir erkek yazdı ve diğer erkekler okuyor.
Köyü anlatan haberin detaylarında da Üstad’ın erkek akrabaları var. Üstad’ın kadın akrabası yok ya da onlar okuyamıyor. Zaten Risale okuyan kadın da yok. Yurt dışındaki üniversitelerde Üstad’ın fikirlerinin tartışıldığı konferanslarda Müslüman olmayan -muhtemelen- bir iki kadın resmi oluyor ama ülkemin düşünen ve Müslüman kadınları Üstad’ı okuyamıyor veya tartışamıyor.
Ülkemin erkekler sürekli risale okuyor ve çok iyi anlayıp hayata geçiriyorlar üstadın düşüncelerini. Erkekler mükemmel ama sosyal hayatta ve ailede bir sürü sorunumuz var.
“Peygamberimiz (s.a.v.) peygamberlik gibi bir görevi evlenerek yerine getirebildi de sizin vazifeniz daha mı yüce ki siz kadınları düşüncelerinizin ve hayatınızın dışına ittiniz?” “Allah Peygamberimizin (s.a.v.) soyunu kızından devam ettirdi de size hiç mi kadın akraba vermedi?” diye sorardım Üstad’a karşılaşma imkanım olsaydı. Ama olmazdı, muhtemelen Üstad’da benimle bunları konuşmazdı.
Bunlar çok ilkel feminist duygular gibi görünebilir. Sizi temin ederim ki değil.
Kıymetli bir büyüğümün “birine bir şeyi anlatmaya çalışıyorsan ve ısrarla anlamıyorsa ya anlamak istemiyordur ya da anlayacak kabiliyeti yoktur. Buna karşılık sen hala anlatmaya çalışıyorsan sen bunlardan birisin” sözüne güvenerek daha fazla açıklama yapmayacağım.
Bir kadın olarak haddimi aşıp yazılara yorum yaptığım için Allah günahlarımı, yüce toplumuz da terbiyesizliğimi affetsin. 23 mart 2013

20 Mart 2013 Çarşamba

Suyun derdi buharlaşıp ayrılmak değildir. Onu koruyamayacak kadar küçük olan gurubundan ayrılıp daha büyüğüne kavuşmaktır.

Suyun derdi buharlaşıp ayrılmak değildir. Onu koruyamayacak kadar küçük olan gurubundan ayrılıp daha kalabalığına kavuşmaktır.
Şayet su buharlaşmak isteseydi ne dereler kalırdı ne de denizler. Ne su depolarında su olurdu ne de vücudumuzda.
Bir bardak suyu ve açık bir yere koyun bir de aynı miktarda suyu taş bir alana yayın. Bardaktaki su neredeyse olduğu gibi kalırken taş zemine dökülen su buharlaşıp gider. Çünkü bardakta suyun birbirine destek olacağı kadar büyük bir kabilesi vardır. Taşa dökülen su ise birbirinden uzaklaşmaya başlamıştır.
Yer çekimi de aslında suyu büyük bir hacme ulaşmışsa çekebilir. Yoksa bulutlarda çamaşırlardan ayrılan su buharı zemine yapışırdı. Oysa çamaşırdan su damlayacak kadar çok miktarda buharlaşıyorsa yere dökülür ve bulutlardaki su miktarı havanın taşıyamayacağı kadar çok ise yağmur olur.
Ateş bile sudan daha az ise kuvveti aciz kalır ona karşı. Ve su da şayet yalnız ise çaresizce buharlaşır ateş karşısında
Biz ise su kadar bağlı değiliz birbirimize. Ait olduğumuz kümeye kavuşmak için değil yalnızca kendimiz olmak için uğraşırız. Şayet bölüp parçalarlarsa daha kolay uzaklaşırız ailemizden. Şayet sıkı sıkıya ağlı olursak ayıramazlar bizi bir sürahideki su gibi birbirimizden.21 mart 2013

9 Mart 2013 Cumartesi

Ben bir koyunum (kadınım)

Ben bir koyunum
Ben bir koyunum, illaki güdülmeliyim.
Ancak keçilere özenip, olmadık kayalardaki otları yemeliyim,
Sonra koyun olduğumu fark eder orda çaresizce beklerim,
Otlar biter ya açlıktan, ya soğuktan ya da kim bilir kimden gelir ecelim.

Tam bir eşeğim ben sırtıma semer vuran çoktur,
Katır tarafım ağır basar inadına yükümle dağdan aşağı yuvarlanırım,
Sahibime kızar, dövüp canımı yaksa da kıpırdamam,
Bana gülerek yaklaşan tatlı dilli düşmanıma kanarım.

Ben bir yılanım dünyanın on santim aşağısını tanırım,
Bazen küçük ama zehirliyim bir ısırışta istediğim canı alırım,
Bazen iri bir boğa yılanı olup koca bir hayvanım kemiklerini kırarım,
Ama yılanım ben, ufak bir yara alsam karıncalar tarafından parçalanırım.

Zulüm gördüğü için sahibini ısıran bir köpektim evden kovuldum.
Sağdığım sütü bir tekme ile deviren bir inektim
Bayramı bekleyemedim, kendimi mezbahada buldum.
Kendi yumurtalarını kırmaya hakkı olan özgür bir tavuktum,
Akşam oldu, budum ayrı kanadım ayrı bir tabakta teslim oldum.

Ben bir kelebektim, tam kozamı ördüm ki kaynar sularda boğuldum,
Üç günlük ömrümde ürettiğim ipekle şimdi ölümsüz bir şal oldum.
Su samuruydum, tam yuvamı yapacaktım ki sopalarla vuruldum,
Canlıyken pistim şimdi kıymetli bir paltoyum.

Ben bir çakalım, sisli havada sürüye dalarım,
Koyun diye köpeğe saldırır, şanslıysam yalnız rezil olur kaçarım.
Kimi zaman o sürünün çobanıyım,
Kavalımla onlara müzik yaparken onlardan daha mı akıllıyım?

Özümde bir koyunum ben, kendi başıma yaşayamam,
Dik başlıyım ya, sürünün arkasından uçurumdan atlamam,
Sağ kalırım ama, yalnızım ya kurda yem olurum,
Canlı canlı yensem mi atlayıp da ölsem mi daha iyi bir koyun olurdum? 25-11-2006

Kaç kadın bakanınız var? Ya sizin kaç kadın yazarınız var?

Merhaba Şahin Bey;
Medeni dünyadaki çarpıklığın göstergesi “8Mart dünya kadınlar günü”.
Anneler günü ve babalar günü var ise bir de erkekler günü olmalı ki medeni dünyada kadın ile erkeği denk olsun. Ama ne Müslüman dünya ne de gayrimüslimler kadın ile erkeği denk değil.

Allah Kuran’da hısızlık, cinayet, zina gibi suçlarda veya cennet ve cehennemde kadın ile erkeği ayırmamış.
Zina gibi hayati bir durumda bile Allah Ayet- i Kerime’sinde erkeğin yeminine karşın kadının yeminini kabul ederek şahitliğini denk gördüğünü belirtmiş. (Anlamak isteyene) Oysa insanlar İslam’ın kadını ikinci plana ittiğini, 2 kadının şahitliğinin bir kadına denk olduğunu ve veda hutbesinde Peygamberimizin (sav) “… o zaman hafifçe dövün” dediğini konuşuyor. “Okumayın o kitapları onları erkekler yazdı” derdi Rahmetli Babaannem.

Ben Allah’ın kadın ile erkeği ayırdığına inanmıyorum. Kadını ezen hadis ve fetvaların, korkuyla veya para için belli yerlere gelenlerin (Emevilerden itibaren)yanlış yorum ve çevirilerine dayandığını düşünüyorum.
Hakiki âlimler ise uhrevi yatla ilgilenirken (laik davranıp) günümüz insanlarını günlük olaylarda yalnız bırakıyor ve bizleri dinsiz kararlar alarak yaşamaya zorluyor.

Günümüz âlimlerinin Müslüman gibi yaşayabilmemiz için çareler üretmeyip, fetvalar vermedikleri takdirde 1000 yıllık uygulanamaz kurallar sebebiyle İslam dan soğuyanların vebalini taşıyacaklarını düşünüyorum.

Size basit birkaç örnek;
Seyahat;
Kadının yalnız seyahat etmesi dinimize göre yasak. Kadınlar hacca gitmek için yalan evrak veya beyanatta bulunuyor. Düşünsenize bir sevap için bir günah. Sevgili Âlimlerimiz günümüz ulaşım ve iletişim dünyasında kadınların da artık eşlerinin kabulü ile seyahat edebileceğinin fetvasını vermeli ve kadınları hacca gitmek için yalan beyanda bulunmaktan kurtarmalı.
Evlilik müessesesi ve aile;
Günümüz dünyasına göre okuyan, meslek sahibi olan ve çalışan kadın ile eşi arasındaki sorumluluk paylaşımlarına Âlimlerimiz netlik getirmeli. İmamlar ve din hocaları kadın ve erkeğe sorumluluklarını hakkaniyetli bir şekilde öğretmeli ve aileleri uzaktan izlemeli. Sıkıntılı evliliklerde yeri geldiğinde madden yeri geldiğinde manen ailelere ekonomik destek verilmesi için yetkili makamlara başvuruda bulunmalı, kavgalarda hakem olmalı. İlla bir mor çatı olacaksa bu yeşil çatı ile Camilerimiz olmalı. İmamlarımız yuvaları kurtarmak için ne gerekiyorsa yapmaları,
Din adamları camiye kapanıp, gelen insanlara kuran öğreten namaz kıldıran insan olmak yerine evlere ulaşarak Kuran’ın içindekileri öğreterek sağlıklı ailelere vesile olan insan olmalı.
En kıymetli hayır aileyi kurtarmaktır;
Âlimler okul, cami yaptırmayı (insanlarca kıymetli görünen) özendirmek yerine ailelerin sıkıntılarını çözüp dağılmasını önlemeyi en kıymetli hayır olarak gösterilmeli. Belki de zekâtlardan buraya pay ayrılmalı.
Örtünme Müslüman gibi görünme;
Neden günümüzde sadece imamlar Müslüman gibi giyinir? İmamın arkasındaki erkekler istedikleri gibi giyinip namaz kılabiliyorken kimse Peygamberimizin ve ashabının nasıl giyindiğiyle ilgilenmiyor? “Araplarla bir olamayız oranın fiziki şartları farklı” diyenler “kadın evde yalnız başına namaz kılarken bile pijama giyemez” yok efendim “ayağında ince çorap olamaz” diyebiliyor. Erkekler için Türkiye şartları geçerli iken kadınlar Arap koşullarında çıkıyor Allah’ın huzuruna.” Örtü toplum için mi Allah için mi gerekli?”Âlimler örtüyü tartışmalı.
Günümüzde örtünün ne kadarı kadına ne kadarı erkeğe nasıl farz? Ne kadarı ile namaz olur veya çalışılır? Kadın pantolon giydiğinde erkek kıyafeti diye onu lanetleyenler Peygamberimizin hayatında elbisesi olmadan ve başı açık vaziyette dışarı çıkmadığını neden konuşmaz? Pantolonun daha 1000 yılını doldurmamış bir kıyafet olmadığını ve eski Müslümanların kadınlar gibi ferace ile dolaştığını neden konuşmaz?

Elhamdülillah Müslümansız diyenler kadına verilecek mehirden, çocuğa bakıcı veya sütanne sağlanmasından bahsetmeyi ayıp sayarken, erkeğin kadının parası ile evi geçindirmesini kadının aileye desteği hatta -özellikle çalışan kadın alarak- görevi olarak sayarken neden İslam’ın kadına verdiği sosyal hakları konuşmaz.
Erkeklerin en yüksek mertebe olan şehitlik için koşması yerine erkekler askerden kaçmanın yollarını ararken teröristleri durdurmak işi bile annelere havale edenler neden erkeğin toplumdaki sorumluluklarından bahsetmez.
Neden Hakiki İslam âlimleri kadınların ve ailenin sorunlarına yakınlaşıp çağa göre fetvalar vermek için birbirleriyle uzlaşmak yerine kendilerini rahipler gibi ibadete adar da ahretlerinin peşinde koşarlar?
Bu böyle uzar gider, biz bize en basite dönersek sizin gazetenizde kaç kadın yazar çalışıyor? Kaç kadın yazarı desteklediniz veya kaç kadın iş arkadaşınızla kadın hakları için mücadele ettiniz?
Cemaat okullarında kaç tane kadın yönetici var? Okullarda veya dershanelerde kadınlar kaç saat çalıştırılıyor, çocuklarına ne kadar vakit ayırabiliyorlar?
Diyanette kaç kadın imam kaç müftü kaç aile danışmanı var?
Çalışan kadın ile çalışan anne arasındaki farkı Müslümanlar nasıl görüyor?
Kadın olarak yaşadığım baskının beni –kadınları- nasıl boğduğunu yazdığım onlarca yazı ve şiirden iki tanesi …

Sağlıcakla kalın.
Ben Bir Hiçim,
Ben bir Koyunum,

5 Ocak 2013 Cumartesi

Ya herkes herşeyi bir anda unutuverirse?

Her zaman aklımda olan bir korkudan ve buna karşı dünya bilişim uzmanlarının alması gereken önlemden bahsedeceğim. Bir göktaşı yaklaşsa veya bir salgın hastalık olsa Birgün ansızın birileri işinde birileri evinde birileri araba kullanıyorken herkes aynı anda tüm bildiklerini unutsa, Okuma yazmayı, konuşma dilini, makineleri kullanmayı? .............. devamı yarın

Gerçekten akıllı ise cep telefonu onu çalanı yakalatabilir ve içindeki bilgileri koruyabilir

Özellikle pahalı cep telefonları veya mini elektronikler için üreticilere bir önerim var. Bu elektronikler çalınınca öyle kalakalıyor ya insanlar buna bir dur diyelim. Peki nasıl? Şöyle bir sistem ile beraber satış ve satış sonrası destek sürdürülecek. Pahalı elektronik cihazın (bu kıymetli bir takı veya antika da olabilir) içine küçük alarmlardan konacak. Ancak bu o cihazin en önemli olmazsa olmaz parçasına üretim esnasında dahil edilecek. Yani o parçayı sökersen cihazın en kıyetli kısmı bozulmuş ve cihaz neredeyse değersiz olmuş olacak. Bu cihaz üreticileri mesala iphone, samsung, sonny,.... sattıkları cihaza kendi web sitelerinden tüm ülkelerde destek verecek. (Google gibi veya banka resmi siteleri gibi kurumsal yapıda web siteleri olacak) Cihazı satın alan bu siteye kaydolunca cihaz çalışabilir olacak. Kullanıcı satın veya hediye aldığı her cihaz için bu sitede kendine bir hesap açacak. Bu hesapta dilerse cihaz içindeki tüm bilgi ve belgeler yedeklenebilecek. Olur da cihazı kaybettiğinizde veya çalışmaz hale geldiğinde içineki bilgiler en fazla bir günlük kayıp ile elinizde oacak. Dilerseniz cihazınızın google map gibi uzaktan konumunu izletebileceksiniz. (özellikle çocuklarına veya çalışanlarına cihaz verenler için kıymetli bir takip noktası) En can alıcı kısım burda başlıyor. Ve diyelim cihazınız kayboldu veya çalındı. internete girip hesabınızdan cihaza sinyal verip cihazı avazı geldiği kadar bağırtacaksınız.Bu olayı teknik olarak açıklamayacağım. Rahmetli babaannem hay ben bunu bunu anlamayan mühendisin ....... diye devam ederdi. İnternete giremiyorsanız o sitenin acil bir telefon numarası olacak ve o numarayı arayıp size vaktiyle verilen acil durum kodunu tuşladığınızda cihaz avazı çıktığı kadar bağıracak. Veya cihazla birlikte isteyen çağrı cihazı gibi bir parçayı da alacak ve bu evde, çantada, arabada bulunan çağrı cihazından kişi kendi kodlarını ve şifresini girdiğinde yine cihazı avazı çıktığı kadar bağırtacak. Cihaz kapansa da pili çıkarılsa da içinde bu bağırtmaya yetecek kadar enerji hep depolu olacak. Bu enerji bitmeye başladığında gerek güneş enerjisi gerek de hareket enerjisi ile tekrar depolanabilir olacak. Yani cihazı alan gün ışığına çıkardığı veya hareket ettirdiği sürece içinde enerji olmaya devam edecek. Sonra ne olacak; Cihaz kişinin yakınında ise sahibi onun yerini sesinden bulabilecek hatta kişinin elindeki çağrı cihazına kaybolan cihazın konumu bildirilerek kişi siyal takibinden cihazını bulabilecek. Cihazı çalan uzaklaşmışsa yani eldeki cihaza sinyal gelmiyorsa veya sesi duyulmuyorsa yedek sistem (alarmı girdiği esnada mağaza veya ev alarmlarını destekleyen güvenlik sistemleri) devreye girecek. Cihaz bu sisteme de sinyal yolladığı için güvenlik polise çalıntı cihazın tam yerini yerini bildirecek. Cihaz enerjisini ekonomik kullanmak için bir müddet sonra bağırmadan sadece merkeze sinyal göndererek yerini bildirecek. Güvenlik şirketleri yardımıyla polis cihaza ulaşabilecek. Diyelim çalan kişi cihazı parçaladı, bu durumda cihazın en pahalı parçası kendi kendini yakacak ve artık çalışmaz veya satılamaz olacak. Hem teknolojik cihaz hırsızlığının hem de hazfıza kartlarındaki veya telefon hafızasındaki bilgilerin kaybolmasını önlemiş olacaksınız. Bu kademeli bir sistem olacak. Yani web sitesine üye olmak ve hesap açmak ücretsiz, verileri yedeklemek, cihazın konumunu internetten takip etmek, yanında çağrı cihazı almak ilave ücrete tabi, Cihazın alarmını çalıştırmak ise ilave ücretli. Böylece kullanıcılar binlerce lira verilen bir cihazı ve içinde sakladığımız milyonlar değerindeki verileri az bir miktar ödeyerek güvence altına alabileceğiz. Hem de emniyet bir sürü bürokratik işlemden kurtulup suçluya çok kolay ulaşabilecek. Hem de kasko şirketleri büyük bir zarardan kurtulacak. Dip not: yerini bildirmek istemeyen veya bilgilerini paylaşmak istemeyenler, çalınırsa çalınsın bana ne diyenler bu destek ve güvenlik sisteminden satın almayacak. Aldıkları cihazı sadece açmak için 1 defaya mahsus hesap oluşturacak kişisel bilgileri ve konumları gizli olacak. Hadi ben olayı tarif ettim. Sevgili yüksek mühendisleri ve dahileri ve emniyettekileri, gsm firmalarını ve sigorta şirketlerini göreve çağırıyorum. Detaylarda takılırsanız bana yazabilirsiniz ben bunları nasıl uygulayacağınızı anlatabilirim. sağlıcakla kalın.......

küçük bir insandan büyük birsürü insana nasihatler 1

Büyük insanlar herşeyi bilir. Biz küçük insanlar olarak birkaç cümle kurarız. Büyük insanlar bunları alır ve kendi fikirleri olarak sunar ve hatta uygular, bize de zorla uygulatır. Olsun. Fikir benim olduktan ve uygulandıktan sonra ne farkeder. Siz büyük insanlar çalışın diye -bu ara pek bir serdiniz işi- size aklıma gelenlerden birkaç fikir vereceğim.