23 Mayıs 2013 Perşembe

Kim ne olmalı -ya da -kim ne olmamalı?

Bir ülkede Kim nasıl olmalı -nasıl olmamalı;

Hekim, sağlık verirken gizlice sigara içerse
Hakim, adalet verirken hukuku ihmal ederse
Polis, rüşvet alır verirse
İlahiyatçı, gayri meşru bir ilişkiye girerse
Manav, alışverişini süper marketten yaparsa
Mühendis, malzemeden çalan bir mutahite geçim derdine teslim olursa
Eğitimci, dersten derse eline kitap alırsa
Akademisyen, bilimsel meraktan dem vururken farklı düşüncelere yüz çevirirse
Siyasetçi, kendisine oy vermeyenleri ihmal ederse
İmam, izindeyken namazlarını terk ederse
Belediye başkanı, olanı tüketip uzaklardan getirmeyi marifet bellerse
Zengin, vergiye sıra geldiğinde hayatından şikayet ederse
Koca, yıllarını kendisine veren karısını terk ederse
Kadın, yıllarını kendisine veren kocasına her gün dırdır ederse
Anne, çocukları kucağında sigara tüttürürse
Baba, akşamlarını kahvede geçirirse
Televizyon kanallarında, şiddet filmleri gösterilirse
Vatan, haksızlar tarafından istila edilmişse
Halk, haklıyı haksızı seçemeyecek kadar körleşmişse
... se... sa... ise

Ne kalır ki geriye?
Bir çocuk kimi örnek alır ki böyle bir düzende?
İstisnalar kaide olunca, Kaideler istisna ZR 17-04-08

21 Mayıs 2013 Salı

Simdi tam zamanı

Bazı yollar vardır Yanından geçip
Girmediğimiz
Her zamanki yolda tümsekler, çukurlar yorduğu halde
Diğer yolları düşünmeyip
Sıkıntılı yoldan geçeriz

Bazı yerler vardır Bizim otelin biraz uzağında,
Küçük bir kasabada,
Aklımıza gelmeyen
Tatilde kalabalık ve gürültüden bunalır
Başka yerlere gidebileceğimizi düşünemeden
Şikayet ederiz.

Bazı işler vardır Aslında onun için yaratılıp da
Cesaret edemediğimiz.
Her sabah sıkıntıyla kalkıp,
Akşama kadar oflayıp
Emeklilik için gün sayar
Hayatımızı tüketir
Hayallerimizi ihmal ederiz.

Bazı kelimeler vardır Beynimizin arka raflarında durup da
Hiç kullanmadığımız.
“Senin hatan” yerine “hata olmuş”,
“bunalttın” yerine “bunaldım” demek
Onlar sırasını beklerken
Sitem ile başlar cümlelerimiz
Konudan uzaklaşıp tartışmaya kapılır
Dinleyip anlayamadan.
Küsü-veririz.

Bazı ifadeler vardır Kavgaları bitirip
Ayrılıklara son verecek.
Yanlış anlaşmaları giderip
Yaraları iyileştirecek.
Dilimizin ucuna gelir de söylemeye cesaret edemeyiz,
Özür dilemek yahut affetmek yerine
Yalnızlığı seçi-veririz

Yeter ki karar verelim,
Derdimizin dermanı
Hiç kullanmadığımız o yoldur
Yolumuzu gözleyen
O dağ evidir belki huzur verebilen

O iştir bizi tamamlayabilen
Telaffuz etmediğimiz kelimelerdir
Umutla bekleyen

Farkında olsak, Yaradan’ın bize sunduğu fırsatları
Başımızı kaldırıp
Önümüze baksak
Görebiliriz
Sonsuz aydınlıkları.

Şimdi sen değil de ben ne yaptım diyerek
Bütün kavgalara son verme zamanı

Tüm kırgınlıkları unutup,
Kendimize ve hayata karşı daha makul ve anlayışlı olup gülümseyebilme zamanı

Yargılamadan, Olduğu gibi kabul edip dünyayla uzlaşma zamanı
Henüz dünyadan ayrılmadan.

Şimdi sımsıkı sarılma zamanı
Sevdiklerine
Zaman arayı daha fazla açmadan ZR 31/05/2006

18 Mayıs 2013 Cumartesi

YENİ KOMŞULARINI DÖRT GÖZLE BEKLEYEN MASUM HAYVANCIKLAR İÇİN;

Eski bir reklamla başlayan kabusum;
4-5-6
Son zamanlarda ülkemin ekonomik gelişiminin lokomotifi olan sektörler sürekli reklamlarla gelişimlerinin hızını arttırmaya çalışıyorlar.
Bu firmaların adlarında yapı gibi kelimesinin kullanılması Türk dili adın beni bile mutlu ediyor. Hatta üretim yan kollarıyla birlikte bu sayede istihdamın artması daha bir gururlandırıyor.
Mutsuz eden kısma gelince:
Ülkemin güzel insanları yıllar boyunca hortumcuların onları soyması vs sebebiyle oluşan ekonomik krizlerle boğuşurken ev edinme ihtiyacını lüks görüp yalnızca karınlarını doyurmayla uğraştılar.
Sonra bir gün kim geldi de yaptı diyecek kadar ekonomi bilgim yok ama o geldi ve ekonomiyi düzelme yoluna koydu.
Bunun üzerine sevgili finansçılarımız; reklamlarla paranıza şu kadar faiz veririz diye para toplama, bunu devlete borç verip rant elde etme ve bu sebeple ülkenin borcunun artmasını sağlayıp bir şeytan üçgeni oluşturmuşken ekonomideki düzelmeden kar sağlamak için bu iyileşme ile gözlerini vatandaşın cebine diktiler.
Gelin size bilmem şu kadar faizle kredi verelim. Gelin sizi ev eşya araba vs sahibi yapalım……
Sonra ne oldu; ülkemin statik maaşlı orta gelirli vatandaşını; kiraya verdiği parayı arttırarak, zaten alışık olduğu gibi boğazından kıstırarak on bilemedin yirmi yıl boyunca soğan ekmek yemeye yönelterek ev-lendirmeye başladılar.
Ama bu arada sevgili para babalarımız ya bu hükumete güvenmediklerinden ya da son 15 yılda daha popüler ve kaymağı bol diye tekstilden para kazanmaya devam ettiklerinden bu talebi karşılayacak inşaat yapmadılar.
Halkımız da batan geminin malı diyerek enflasyonun yıllara vurulursa 10 20 katı fazla paya ev alabilmek için mevcut evlere saldırıp var olan fiyatları 2’ye hatta 3’e katlattı.
Sevgili para babalarımız da hatalarından çabuk dönüp halkımızı yemesinden içmesinden kılık kıyafetinden kısıp fellik fellik ev aradığını fark ediverdiler.
Enflasyonun nereyse sabit değişkenlere düştüğü ve dövizin de buna paralel hatta ülke gelişmişliğine orantılı olarak eskisi gibi kar getirmediğini fark edip tekstilden ellerini çekip gayri menkule veya yan kollarına yöneldiler.0
Ee bunu ballandıra ballandıra anlatmaları gerekiyordu ya:
Beni son derece mutsuz eden reklamları yapmaya başladılar
Asında reklamı yapan reklam şirketi olsa da ben inşaatçı firmayı hedef aldım kendime
Bu reklamlardan birinde; hayvanlar yeni komşularının geleceğini sabırla bekliyorlar.
Ben amatör bir doğa dostu ve aslen bir köylü olarak bu reklamı kınıyorum. Zira inşaatlara arsa açmak için İstanbul’un yeşil alanlarının nasıl katledildiğini işim gereği düzenli olarak oralardan geçerken gözyaşlarıyla izledim.
Ah güzelim hayvancıklar bilseler ki o inşaat bitince sıra onların ormanına gelecek hiç bu reklamda oynarlar mıydı(!) ?
Ah güzelim ev alacak vatandaşlarım; bilseniz yakında o ormanın yerinde yine lüks konutlar yapılacak ve yakında hava almanıza yetecek kadar oksijen üretecek ağaç kalmayacak o evlere o kadar para yatırıp da bu sistemi destekler miydiniz?
En çok da yavrum ve ülkemin evlatları için üzgünüm .
Bu gidişle yakında o güzelim hayvancıkları televizyondan ve hayvanat bahçelerinden başka bir yerde göremeyecek ve beklide –Allah korusun- oksijen maskeleriyle yaşamak zorunda kalacaklar.
Peki kime kızgınım.
1. Enflasyonun iki üç katı üstünde faizle borçlandırıp kendine kan emecek bedenler bulan finans sektörüne,
2. Halkın aylık faizi yıllıkla hesap etmeyeceği kadar cahil olmasından faydalanıp üstüne gayrimenkulün fiyatını patlatan ve lüks projeler uğruna son yeşil alanlarımızı katleden inşaat sektörüne,
3. Aslında bindiğimiz dalı kestiğimizi bildikleri halde yine rant uğruna bunları ballandıra ballandıra halkımıza yalan yanlış tanıtımlarla sunan reklam sektörüne,
4. Ve her birinin heybesini doldurmasına rıza gösterip üç kuruşunu onlara taksim eden bu arada aslında olması gereken değerin 10-15 katına ev satın alıyorum diye geleceğini ipotek eden masum vatandaşıma.
Devlete kızmıyorum zira durum böyleyken insanın Timur’un karşısına çıkınca yeni bir fil isteyesim geliyor.
Dilerim evlatlarımız ve onların evlatları bu hayvancıkları ve ormanları gerçekte doğal yaşamlarında görebilir.
Dilerim halkımız artık akıllanır.
Sevgiyle kalın

8 Mayıs 2013 Çarşamba

Fatih projesi kaç kişinin aklına Fatih Sultan Mehmet Han'ı getirecek?‏

Her ne kadar sabrı ortadan kaldıran bütün teknolojik imkanlara sahip isek de sabrı olan için sevgiyle yazılmış ve muhabbeti özleyen eski bir yazımı paylaşmak istedim, Fatih projesi ve tablet konusundaki Ahmet Turan Alkan'ın yazısını okuduğumda,
Tüm yüreklerin dosta ve muhabbete sahip olması dileğiyle....

esir etmek mi, azad edip sahip olmak için her an çaba sarfetmek mi
-yazı uzun ama hayat kısa-‏
İnsanları esir aldık,aslında esir olmaya başladık

Eskiden birine ulaşmak için mektup yollardık ve beklerdik, eline varmasını, okuyup cevaplamasını, sabırla beklerdik yazdıklarını
Bazen günlerce bazen haftalarca veya aylarca, sabırla ve sadakatle, umutla beklerdik
Belki mahallesine gider yolunu gözlerdik
Evinden çıkıp köşeyi geçmesini, konuşamasak bile uzaktan seyrederdik

Pul koleksiyonu yapardık,
Renkli zarflar ve mektup kağıtlarıyla, yaldızlı kalemlerde duygularımızı dökerdik
Gelen tüm mektupları saklar, kartpostalları biriktirirdik

Bayramları aile büyükleri ile geçirmeyi tatil köylerinde dinlenmeye tercih ederdik
Müsait mi diye sormadan dostu veya akrabayı ziyarete giderdik
Ve içeri alıverirdi bizi, hayırdır nerden demeden, buyur ederdi gülen gözlerle ve hasretle
Sarılırdık uzun uzun, sohbet ederdik
Yatıya kal der, misafir odasını hazır ederdi ev sahipleri
Birkaç gün kalmalıydık, yol uzundu
Ve bir daha kim bilir ne zaman görecek konuşacaktık
Helalleşip veda ederdik
Belki gene görüşebilirdik belki de bu sondu

Akşamları komşuya oturmaya giderdik, çoluk çocuk sohbet ederdik
Çam sakızı çoban armağanı, kışları kestane, dondurma götürürdük yazları
Ev sahibi isek misafirimiz için ellerimizle hazırlardık
Sarmaları, börekleri, tarhanaları, ev yoğurdu ile yapılmış mantıları,
kazandibi, keşkül, kremaları
Bayramdan bayrama baklava, ramazandan ramazana güllaç,
Yazları dondurma, kışları sahlep ve boza

Haftasonları pikniğe giderdik
Kocaman aile olur arabalara dolardık
Mangal yapardık, belki dere kenarı olurdu balık avlardık
Çocuklarla top oynar, ip atlardık,çekirdek çıtlatır yemekten sonra, ormanda yürüyüşe çıkardık

Fotoğrafları bastırır çoğaltırdık sevdiklerimize,
Yeni çıkan albümleri tükenmeden almak için beklerdik günlerce
Çok özel hikayeler için uzun kitapları okuduk
Evlerimizde çocuklarımız için ansiklopediler bulundururduk
Bir şeyi bulmak için tamamını okumalıydık
Kendi özetimizi çıkarıp el yazımızla ödevlerimizi sunmalıydık

Evden işe gittiğimizde kötü haber yok ise haber de olmazdı bizden
Beklerdi akşamları birbirini sevenler, çocuklarını anne babalar, arkadaşlarını çocuklar
Hayırdır inşallah ne geç geldi denirdi, ve gelinirdi
18 eylül önce gelmeliydin derdi şair, 18 sene boyunca içinde umut ve sabırla beklenirdi
…………………….
Sonra korkunç bir şey oldu
Önce telefon yaygınlaştı, sevdiğinin sesini duymak özlemi azalttı
Sonra daha korkunç bir şey oldu, her yer mobil telefon doldu
Her an esir oldu insan, her an ulaşılabilir
Böylece unuttuk beklemeyi, özlemeyi, sabretmeyi, tevekkül etmeyi
Nasılsın yerine nerdesin, yok tam olarak nerdesin,
Seni görebilir miyim yerine kaç dakikaya gelirsin
Ulaşamadım neden kapalı telefonun
Neden hala gelemedin, hangi yolu kullanıyorsun,
Dur netten bakayım belki boşuna oralara oyalanıyorsun

Sonra kıyamet alameti çıktı karşımıza, msn iletişim için girdi hayatımıza
Böylece kişi ile bedava iletişim başladı, sınırsız, sesli, görüntülü
Resimleri banyo etmek, plak veya kaset almak masraflı tarih oldu
Birçok kişiye aynı anda gönderilen maillerle posta kutuları doldu
Sürekli açık olmalı bilgisayarın veya bağlantılı telefonun
Böylece sabit ücret ile her şey bedava sahip olursun
Ve yeni sorular çıktı karşımıza, neden çevrim dışısın, yoksa beni mi engeldin?
Neden kişisel alanına o resmi koydun? Arkadaş listende olan a adam da kim
Neden meşgulsün, başkasıyla da mı yazıyorsun , kimlerle hangi dosyaları paylaşıyorsun

Bluetooth ile resim, kızılötesi ile video yollasam
Bayram tebriği için hazır gelmiş olan smsi,
Hislerimi anlaman için göndereyim -kimin çektiği ve gönderdiği belli olmayan –şu güzel çiçeği

Çok güzel bir mail geldi forward ettim, aklıma birşeyler geldi sen çevrim dışıyken ileti gönderdim
İstersen çok güzel müzikler var dinleyelim, gönderdiğim sunumlarla duygularımızı ifade edelim

Her anını esir aldık sevgilinin de aslında esir olduk teknolojiye
Kolaylaştı, ucuzladı ve arttı iletişim, azaldı güven
Kolay dillendirilir oldu içeriği ağır kelimeler,
Herkeslere dağıtılan mavi boncuklar, her göle çalınan mayalar
Sonra iki yüzlü ilişkiler başladı, güvensiz ,sanal, gerçek, günübirlik
Söylene söylene sözde kaldı, duygular uzaklara kaçtı
Ruh çok kırıldı ve ürkek oldu, bir o kadar cüretkar ifadelerle gerçek ve sanal alem doldu

Kırıldı birileri tarafından ya kırar oldu
Böylece tüketir oldu kişi, sevgiliyle beraber kalbindeki kutsal yeri
Zaman su gibi geçerken hikayeler arttı, iletişim kolaylaştı ancak kalıcılık ortadan kalktı
Harcanan zaman bitirdi ömrü, söylenen yalanlar umudu öldürdü –ki oydu yola çıkma nedeni-

Yarin eliyle yazılan mektuplar unutuldu, parmaklar hızlandı da el yazısı bozuldu,
Sevdiğine gönderilen resim bile sanal oldu, Albümler taşınabilir belleklere doldu
Sevgilinin saçının teli, mendiline sinen kokusu,
Beklerken umutla geçen zamanın, heyecanı, gelecek mi kaygısı,
Saatlerce beklemek sorgulamadan, yerini ve geleceği dakikayı tam olarak almadan
Tarihe karıştı,
Akşamları sohbetleri internete taşındı,
Eski filmleri izlemek için yayınlanacağı günü beklemek yerine download etmek
İletişim için harcanan zaman ve para ile bir cafeye oturup kablosuz bağlanabilmek

En fenası sevgili için duyulan güven, sevmek için gösterilecek emek yerini zaman geçirmeye bıraktı

Böylece esir aldık sevdiklerimizi, her dakikalarını takip eder olduk,
Yok ettik içimizdeki masum hisleri ve güveni,
Böylece istediğimizi söyleyen insanlarla etrafımızda sanal bir dünya kurduk

Birilerinin bizim için hazırladığı ezbere sunumlar ve hikayeler ile anlattık kendimizi
Böylece herkes ile aynı oldu hislerimiz, kendimizi katmadan yaşar olduk

Her şeyin iyi ve kötü yönleri var
Nasıl ki atomu parçalamak önce bomba yapmaya yöneltti
Şimdilerde iletişim de tuşları kullanmak duyguların önüne geçti
Uzun mesafeler uçak ile yakılaştı
Hasretler telefon ile aşıldı, ulaşılamazlık mobil ile ortadan kalktı
Bir bilgisayar bir kamera ve bir mikrofon ile belki de bir bağlantı, iletişim ve seyahat ucuzlaştı

Yine biz mektup yazsak birbirimize, telgraf yollasak düğünlerde
Yine akşamları evden telefon açsak, çat kapı sevdiğimizin kapısına varsak
O an bize yüreğinde ve evinde yer açacağına güvensek
Yazdıklarının gerçek olduğuna inansak, mektuplarını ve hediyelerini biriktirsek

Ve güvensek, kendimize, sevdiğimize, güvenebilip selam versek yanımızdan geçene
Geç kaldığında beklediğimiz güvensek aslında bizi bekletmek istemediğine

İşe yarardı teknoloji o zaman
Yine mesafeler yakınlaşırdı, ifadeler kolaylaşırdı, gerçek olurdu yazılanlar
Ve sabır olurdu bir şeyleri kazanmak için ihtiyacımız olan
Ve sabretmenin verdiği erdem ile yücelirdi insan

Böyle bir hikaye
Herkes kendini bir yerinde bulsun da lütfen sevdiğini aramak için akşamı bekleyedursun
Bayramda yollamak için biriktirsin kartpostalları, telefon açsın kandil akşamları
Mektup ile çocuğun elinin çizip büyüklerine yollasın, alan bir kutuda gelen mektup ve kartları saklasın

Ve yılar sonra sararmış resimler olsun albümlerimizde, Acı veya tatlı ama iz bıarakan anılar yüreğimizde
Yüzlerce kişiye yollanmadığına,
İnanalım gönderen için bizim özel olduğumuza
Ve özel hissettirelim bizim için özel olanları
Yok ise özel biri hayatımızda, olması için karar verelim, sık boğaz etmeden ilgimizi gösterelim
Esir almadan, her anını, hayatını

Hemen ifade etmeden yaşamak istediklerimizi
Zamanı sevelim ki sindirmemize yardım etsin hislerimizi
Sevdiğimize gösterelim ki emin olmak için söyletmek olmasın gayesi

Her an kapımıza gelebileceğini,
Yüreğindekileri özgürce paylaşabileceğini
Dilinin söylediğini kalbi, kalbinin hissettiğini aklı kabul ettiğinde
Bilsin onun için inşa edilen yürekte sonsuza kadar kalabileceğini ZR 20-05-08

6 Mayıs 2013 Pazartesi

bilmeden yaşamak için neler vermezdim

Bilmeden yaşamak için neler vermezdim. Başıma gelebilecekleri tahmin ederek yaşamak onları her an yaşamaktan daha zor?
Allah hangi günahı işlerseniz işleyin tövbe edin affedeyim diyor. Ben tarifi olmayan günahların içindeyim.
Kendimi kandırmak ve kandırdığım kendime başkalarını inandırmak. İki yüzlü olmak kolay olurdu onlarca yüzü olan için.Hangisine sahibim şu anda bilmiyorum.
Kimileri korku filmi izleyip korkmayı, macera filmi izleyip heyecanlanmayı isterken ben bunları düşünsem bile yaşıyor olduğum için daha somutunu görmeye dayanamıyorum.İnsanlar birisinin acısından bahsedip ona acırken ben o birisi olup içimi yakan acıyla mücadele ediyorum.
Bazen bu bir ruh hastalığı mı diye düşünüyorum, bazen yok sadece kalp gözüm açık da görebiliyorum diyorum.
Bazen yeşil yol filmindeki zenci adam gibi yaşayanların yaşarken dayandıklarına onlara bakarken veya bakmadan düşünürken dayanamayacak oluyorum.
Ya çocukluğumun ve çektiğim yalnızlığın etkisi bu ya da başka yerlerden beslenen bir akarsu.Akarken iyiydi, bazen coşkulu ve dolu dolu, bazen azalıyordu suyu da sonra bir şey oldu.Suyun önüne belki heyelandan düşen bir tepe, belki de suyun yavaş yavaş biriktirdiği çalıların doldurduğu bir boğaz engel olarak dikildi. Şimdilerde bir damla eklense o suya sanki kenarı daha da yükselecek ve belki de Hasankeyf gibi geçmişimi ifade eden çok kıymetli yerler suyun altında kalacak.
Korkuyorum. O barajın dolmasından veya onun doğal bir göl olmasından.Doldukça doluyor. Ben kulaklarımı kapatıyorum, bazen gözlerimi ve bazen elimi eteğimi çekiyorum hayattan ama engel olamıyorum. Ya o baraj doldukça dolacak ve sular yükseldikte vakiyle kıymet verdiğim herşey onların altında kalacak, ya da su öyle yükselecek ki o seti önüne katıp gidecek ve kimbilir nereler önce çamurlu sularla kaplanıp sonrasında çekilen suların bıraktığı yıkılmış lığın etkisinde kalacak.
Bilmiyorum. Bir çizgi film anlatsaydı halimi durdukça şişen bir kafa çizerdi. Bir korku filmi olsaydı aklımdan geçenler belki hasılat rekorları kırardı. Başarılı bir yazar olsaydım tarihe geçerdim. Oysa ki o kadar basit ve hiçim ki sadece kaçıyorum kendimden, bunları duyurmaktan ve düşünmekten.
Aklım pek çok dalga boyunu sürekli gören bir istasyon gibi. Duymak yoruyor. Zaman kimisi için düzenli ilerlerken ben kendime döndüğüm anlarda onlarca frekansa aynı anda yakalanıyorum ve karmaşık duygular altında eziliyorum.
O anlarda kızıyorum kendime daha çok okumadığım için çünkü daha iyi anlatabilmek için hislerimi çok daha fazla kelimeye ihtiyacım oluyor. O kelimeleri biliyorum ama konuşamıyorum, yazamıyorum. O anlarda bir ruh ikizi arıyorum. Benim düşündüklerimi düşünüp de beni rahatlatacak cevaplara sahip olmasını diliyorum. Yok. Bazen varmış gibi biri çıkıyor karşıma ama ya ben onu görmek istediğim gibi görüyorum ama onun ruh ile alakası olmuyor, ya da herşeye öyle özen gösterdiğim için o çok sevdiğim basit bir hatayı tekrarlamaya başlamışsa yok oluveriyor gözümde ve kalbimde.
Kalbimdeki mezarlığa öyle çok insanı gömdüm ki. Oraya yollamak zorunda kalmayayım diye uzak durmaya başlıyorum insanlardan.
Çoğunlukla babaannemi koyuyorum aradığımın yerine. Ölmüş olduğu için de günlerce ağlıyorum vaktiyle kıymetini bilemediğim için. Belki de annem anne olsaydı ve babam baba ben babaanneme bu denli büyük bir yer vermezdim içimde. O gittiğinde –Mevla onu aldığında- böyle kala kalmazdım dünyada sanki iki yaşında hem öksüz hem yetim kalmış gibi.
Sonra O beni öyle çok seviyor ki beni yaşam imkanları sundu ardı ardına babam gibi ve ben her yaramazlık yaptığımda sabırla bekleyip sevgiyle koynuna aldı beni annem gibi diyorum. Aslında O’nun bana olan sevgisini göstermesine veya benim görebilmeme vesile olduğu için beni annesiz ve babasız dünyaya göndermesine sabredebiliyorum. O beni nasıl sevip bana yakın olduysa ben de ona yakın olmaya çalışıyorum. Bana verdiklerinden ayrı kaldığımı düşünüp kendimi yalnızlığa alıştırmaya çalışıyorum. Sahip olduklarım bazen hediye gibi geliyor şükrediyorum, bazen yük gibi geliyor taşımakta zorlanıyorum. Derviş olsam kolay olurdu ama ben kadınım. Fiziksel olarak dünyayı tek başıma dolaşmaya kalksam kimbilir başıma neler gelirdi.
Zaten küçükken de korkardım tek başına biryerlerde olmaktan. Bir taraftan yalnız kalmaktan korkarken diğer taraftan da her hatamda dayak yememek için kaçardım evden. Bazen apartmanın merdiven boşluğunda beklerdim kaderimi, bazen kimsenin açmaya gerek duymadığı eski bir sandığın içinde. Bazen ormana kaçardım ilk korkunun verdiği cesaretle. Sonra dayaktan korkunun yerini hayal ettiğim varlıkların korkusu alır kuyruğumu kıstırıp eve yanaşırdım. Genellikle kaçtığım dayağın iki misli ile son bulurdu her macera. Ama hiç acızmadı dayak. Dayak vuranın beni sevmiyor olmasının verdiği acının yanında.
Dayak acıtmadı. Ne anne babanın ne öğretmenin ne de kardeşlerimin dayağı. Sözler acıtmadı. Küfür edenlere boş konuşan insanlar gözüyle baktım. Becerebiliyorlarsa dediklerini yapsınlar yoksa boş tenekeden farkı yok küfredenlerin dedim.
Aklıma gelecek tüm otoritelere meydan okudum. Annem ve babam olan kişilerden yediğim dayaklar, öğretmenlerimden işittiğim aşağılamalar dışında ne ceza evine düşebildim ne de düşülebilecek başka yerlere.
Ben asi oldukça insanlara O korudu beni. O beni korudukça ben daha dik başlı oldum.
Kimileri yüzlerce kitap okur O’nu sevenlerin yazdığı ve O’nu anlattığı ama anlamaz O’nun varlığını. Günde beş defa 99 ismini anar da anlamaz ya manalarını ben bunları öğrenmeden bildim ve bilmeden sevdim O’nu. İlk intihar girişiminde şeytan belki bana onunla kavuşacağımı fısıldadı ve huzur içinde kapattım gözlerimi. O daha değil beklemen gerekiyor dedi benim yaşamam için birilerini ve birşeyeleri bana sunarken. Ben bilmeden anladım beni en çok sevenin O olduğunu. Yüreğim sıkışıyor ona olan sevgimden bahsederken. En son bir gece evdeki tüpü açıp da ona kavuşmayı beklerken beni uyandıran ve uyuşmaya başlamış ellerimle o tüpü kapatmamı söyleyerek beni dibi olmayan kuyulardan çıkaran da O’ydu. Sonrasında denizden kurtulmam için yılanı yılandan kurtulmam için ise deli olmamı sağlayan da O.
Aslında herkesin verebileceği ve veremeyeceği hesapları vardır ya bana tüm hesaplarımı verebileceğimi çünkü her hesabın verilebileceğini, her yoldan dönülebileceğini, henüz şah damarımın yanında iken her gecenin sabahının olabileceğini öğreten de O’dur.
Peygamberin nasıl namaz kıldığı veya ibadet yaptığı hakkındaki rivayetlere göre ibadet yapıp da varını yoğunu inancı uğruna gözden çıkarabilmek bir yana fitresini, zekatını, vergisini verirken bile biryerlere birşeyler sıkıştırmaya çalışanlara, hakkı söylemek yerine yöneticisinin söylemesini istediklerini söyleyenleri, helalini kazanmak yerine kazandığı hakkı sonsuz kabul edip artık çalışması gerekmediğini düşünenleri gördükçe dayanamıyorum bizleri bu kadar seven var iken sevmeyenlere yaranmaya çalışanlara ve ölesim geliyor. Ölüp de bunlardan kurtulup O’na kavuşmak istiyorum. Bir gün ben de öleceğim. Bana benim iyiliğim için herşeyi verenden O’nun uğruna şehit olarak canımı alması için dua ediyorum. Bana verdiklerin için sağ ol ama ben seni istiyorum. Vaktiyle çok denediğim halde buna mani olan eminim doğru zamanı planlamış ve doğru şekilde şehit olacağım kaderi bana yazmıştır.
İşte o zaman ben cennete vardığımda benim gibi onunla olmak isteyen ailemle ait olduğum beni sevip koruyan anne babaya kavuşmuş olacağım. Sabır en önemli imtihan. Hele bir de özlem var ise insanın nefesini kesen geçmek bilmiyor zaman. Ve ne kadar özlerse özlesin insan ölümü doğan bir çocuğun doğmaktan korkması gibi ölmek korkutuyor. Nasıl olacağını bilmiyorum. Nerde geleceğini de. Ancak beni böylesine seven ve her fırsatta koruyup mutlu etmeye çalışan Rabbim’in bana en güzelini sunacağını biliyorum. İşte o an özgür oluyorum. Bu bir kavuşma. Beni yoran bu imtihanı yaşamak mı, yoksa insanların imtihanlarını seyrederken avazım çıktığı kadar “ yalan diyorsunuz siz inanmıyorusunuz, inansanız yalnz ondan korkardınız başkasıdan değil” diyemeden sessizce etrafımdakileri seyretmek zorunda kalmak mı? 7 mayıs 2013

Yapayalnızım

Yalnızlık içinde geçen bir ömürden sonra neden bu gün yalnız kalmış gibi yapayalnız hissedişim?
Dost ile ilgili okuduklarım yaşartır gözlerimi, içimden geçenlerle düğümlenir boğazım?
Kaybettiklerime yanmak ise gözyaşlarım neden hiç fark edemedim?
Şayet dostu bulmuş isem ne oldu da kıymetini bilemeden onu kaybettim?
Hep yarım, hep eksik, bir yanım bir yerde ve ben ondan uzakta yapayalnızım.
İsyanım haksızlıklara ve bunları normal görüp de haksızlarla normalmiş gibi beraber olanlara
Ne kadar olduğu belli olmayan bir ömürde yaprak misali onun bunun rüzgarında savrulanlara
Hayalim benim gibi kendi olan ve bunu cesurca konuşan dosta kavuşmak
Ne kendini ezdiren, ne de bir başkasının da ezilmesine sessiz kalmayan insanlarla buluşmak
Ukalalık yapıp benden başka yok desem aramazdım eşimi ve hissetmezdim eksikliğini
Tevazu gösterip anlayış göstersem acizliklerine, kapasam gözlerimi kulaklarımı çaresizliklerine
O vakit her şey güzel olurdu, güllük gülistanlık ve ben ne çok sevilirdim kim bilir böyle kıymetli canlar tarafından
O kadar büyük bir yalan ki sevgi, sevdiği ezilirken ve sessizce seyrederken sevgili
Hiç ezdirmedim ben sevdiğimi kendime bile ancak seyircidir sevgili sevdiğini başkalarının tüketmesine
Kim bilir nerededir beni bana bile ezdirmeyecek kadar, benim sevdiğim kadar seven?
Boşunamı verdim ruhumu,bağladım umudumu,
Yahut vermeseydim kendimi çekmez miydim bunca derdi elemi?
Öyle acıyor ki yüreğim yapayalnızken kalabalıkların içinde.
Bir böcek olsam ve yüzlerce böcek gibi otların arasında kaybolsam,
Yahut oradaki ot olsam, ordan ötesini bilmeden yeşersem, çiçek açsam, sonra sararıp solsam
İnsan olmasam da anlamasam etrafımdakilerin insanlıkla alakaları olmadığını,
Aklım olmasa da sorgula masam haksızlıklar yaptıklarında sebebini,
Mahkemeler kurmasam ve müebbete mahkum etmesem sözüm ona bana en çok kıymet verdiğini söyleyenleri
Sevmesem de alıp başımı gidebilsem arkama bile bakmadan
Ben bunca değer verdiğim için mi bana bu imtihan,
Asıl değer vermem gerekeni bana boyuna hatırlatan.
Yapayalnızım, bedenim burda, ruhum eksik, etrafımdaki yamyamlar arasında ben ölüm orucundayım.5 mayıs 2013