3 Ekim 2015 Cumartesi

Neden dünya milyon senedir dönüyor güneşin etrafında? Ve biz dünyanın döndüğünü bilmezken bile Allah'ın isteği ile dönerdik Kabe'nin etrafında?

Medeniyet inançsızların veya inancına göre davranmayıp aklı ile davrananların elinde.
İnancına bağlı olanlar yobaz, vahşi, acımasız olmadı aciz ve sefil durumda.
Aslında uhrevi inancı çok iyi özetleyen bir tablo.

Bizler hem inançsızlar gibi medeni, hem inançlılar gibi cennetlik olmalıyız.(mı?)

Onlar medeni çünkü insana hesap veriyorlar.
İnsanlar yaptıklarını beğenmedi, isyan etti, devrimlerle krallarının başını kesti, grevler yaptı ve söke söke haklarını aldı. Bu sırada çokları öldü, hasar gördü ama böylece medeniyet doğdu.

Bakmayın öyle ahkam kestiklerine, inançlı iken onlardan daha barbarı yoktu.
Adları kral olup da kendileri sembol gibi yaşamaya razı olanlar saraylarda misafir gibi yaşadı ve yaşamaya devam ediyor.
Krallıkla ilgili hak idda edenleri ya devrildi ya da mahzenlerde öldü.

Medeniyet gelişirken kontrol mekanizması insan oldu, insan beğendiğini yaşattı, beğenmediğini devirdi.
Canım istemiyor, beğenmedim, daha iyisini buldum diyebildi, insan medeni toplumlarda konuşabildi.
Baştakiler ise tekrar seçilmediğinde sessizce köşelerine çekildi.(arkalarında gözleri boyayacak büyük güçler yok idiyse)

Herneyse...

İnançlılar kafa kesti, insan öldürdü, yasaklar koydu, yaktı,taşladı,havaya uçurdu.
Onlara yanlış yaptığını söyleyecek kişi (ki bu Allah) konuşmadığı için veya her olaya tepki vermediği için
(ne güzel diyor “biz gökten ordu indirmedik, adetimiz de değildir”) kendilerini hep haklı ve doğru yolda gördüler.

Saldırgan olmayan inançlılar ise kaderine razı teslimiyetçi olmayı seçenlerdi.
Allah cezasını verecek benden bulmasın deyip ayetleri çare diye tekrarlama zincirleri kurup kendilerine terapi yaptılar.
Allah onlara da cevap vermedi.

Zulüm büyüdükçe büyüdü.
Kimi kendini Allah’tan aldığı yetkiyle şeriatı düzenleyen ilan etti.
Dini korumak için herşeyi mübah gördü.
Hani içki satan dükkana girmeyen mütedeyyinin daha ilerleyerek içkiyi sattırmaması, sonra satanı öldürmesi en sonunda da içip günaha girmesin diye (ibreti alem olsun diye) içeni öldürmesi gibi... (abartılı hali)

Kuran da Allah’ın emirlerine uymayanı değil adam öldüreni öldürmek geçtiği halde onlar Allah’ın emirlerini yaymak için öldürmeyi mubah saydı.
Allah’tan aldıkları yetkiyle öldürdükleri masumları görev şehidi kabul etti cennete yolladı, kafirleri ise cehenneme (?)

Bir insanı öldüren insanlığı öldürdüyse, dolaylı yoldan öldürenleri öldürerek insanlığı kurtarmayı denediler.
Diğer insanların bunlara gösterdikleri tepki veya görüşleri mühim değildi.
Çünkü Allah onlar için cennette köşkler yapmıştı.

Hepsi bunun için.
Esasında cennete kavuşmak için.
Dünyada mutlu olmayı öğretselerdi buncağızlara cennet diye çıldırmazlardı.
Dünyada huzur yok ya müslüman için ve herşey cennete daha hızlı varabilmek için...
Öyle mi?

Güzel Mevla neden canımız çıkarak doğurduğumuz evladımıza karşı gönlümüze sevgi,
nesilleri arttırma görevini yerine getirmek için eşimize karşı aşk vemuhabbet verdi?
Mevla cenneti diğer tarafa ayırdı ise neden dünyayı bu kadar güzel yarattı,
bir kaç telden en güzel sesleri çıkaracak gırtlaklar, enstrumanlar verdi?

Deseydi ya hep savaşacaksınız, hep çekeceksiniz, sadece kafirler gülecek,
kıyamette de onların canına okuyacağım,
siz de o zaman intikamınızı alacaksınız...

Neden iyi amel işleyip Allah’a ve ahiret gününe inanan cennetliktir dedi?
Neden en büyük günahta bile tevbe edin affedeyim, Allah çok affedicidir dedi?

Allah’ın sevgisi dediğim anda gözlerim buğulanıyor. Dilim tutuluyor.
Neden bize bu yüce sevgiyi hissettirdi?

Neden beni sevin ben de sizi seveyim, beni anın ben de sizi anayım dedi?

Allah bizi bu kadar sevdi de, neden harfi harfine her yapacağımızı ciltlerce kitaplarla değil de Az ve öz sevgili bir kitap ile özetledi mesajını?

Neden en mübarek emanetini okuma yazma bilmeyen, sıradan ama insanlığı kendisinden çok düşünen kişiye teslim etti?

...
Neden alimler bildikleri ilimlerini anlatamyorlar,
gençlerin hepsi okuyup aynı ilmi yapamıyor?

Neden Allahu ekber diyen sonra “sen olmasan yıkılır bu düzen” diye diğerinin eteklerini öpüyor?

Hadi cahiller anlamıyor,
Erenler dünyevi hayata karışmıyor.
Hiç mi hem akıllı hem müslüman çıkmıyor ki Müslümanlar için medeniyete ayak uydurmayı mümkün kılsın?

Canilere acıyorum, katledilenlere haklarını Allah verecek.

Ya bizler?
Neden bizi sevgisiyle yaradanı anlamaya çalışmak yerine ona buna gerekçe veya açıklama yapıyoruz.
Allah’ın sevgisini değil de gazabını,
hoşgörüsünü değil de onun yerine alacağımız intikamı,
anlattıklarının ruhunu değil de harflerini ve mahleçlerini tartışıyoruz?

...
Allah nefes almaya devam edeni de sever, nefesi kesileni de.
Allah açan gülü de sever solanı da,
Gündüz güneşi gece ayı sever ki, bir tarafta gece bir tarafta gündüz, bir tarafta yaz bir tarafta kış olacak şekilde yarattı dünyayı.

Neden dünya milyon senedir dönüyor güneşin etrafında? Ve biz bunu bilmezken bile Allah'ın isteği ile dönerdik Kabe'nin etrafında?

Dünya ne savaşlar ne depremler ne gök taşlarını gördü de yavaşlamadı, yörüngesinden sapmadı...

Neden Allah’ın kudertinden bahsederken bilim gerçeğini kabul edemiyoruz da
bilim adamı olmayı seçenlerin çoğu Allah'ı hissedemeyenler olduğu için bilim inançsızların elinde yolunu arıyor?

Neden psikolojiden bahsederken Allah'ın anlayışından hoşgörüsünden, umudundan bahsetmiyoruz?

Allah'ın sabrından bahsedilmez, zira Sabır acıya karşı gösterilir.
Allah’ın canı acımaz ama anlayış cahile veya acize gösterilir.
Bizi kucaklamak için, doğru yöne dönmemiz için heyecanla bekleyen Rabbimiz varken neden uzuyor kötü sonlu Müslüman hikayeleri?

Demez mi Allah'ımız,
'ben nelerini gördüm de lanetlemedim, ben nelerini gördüm de gökten taş indirmedim, ben kimleri yaşattım, hükümdar yaptım, ben kimlerin acısını duydum da sonrasını bildiğim için müdahale etmedim, ben var iken size mi düştü racon kesmek, öfke saçmak, savaş açmak, Benim yapmadığımın vazifesini size veren kim?'

Demez mi Güzel Rabbimiz?

Demedi ki,

Demeyecek de kıyamete kadar.
Kıyamette bile bizim yaptıklarımız dışında demeyecek birşey

Dedi ya o gün kimseye zerre kötülük yapılmayacak kendi yaptığından başka.
Niye başka şeyler desin ki, sözün üstüne söz olur mu?

Şeytan savaş sever, düşman sever, yıkım sever, kin sever....
Allah çalışmamızı, onu anlayıp anlatmamızı, onun adı ile, onun yarattıklarını öğrenmemizi, onun için çok çalışıp onun için cihad ederken canımızı vermemizi, sevmemizi sever,
okumamızı, öğrenmemizi, faydalı olmamızı, O'nun için çalışıp O'nun adıyla kazanıp O'nun adına harcamamızı sever.
Bilmez miydi herkesi aynı güçte yaratmayı, kimseyi kimseye muhtaç etmemeyi?

Allah hep karşımızda. Her yanımızda.
Soluk alırken boğazımızda,
zekat verirken elimizin ucunda,
resim yaparken fırçamızda, inşa ederken, dikerken, keserken, okurken en kıymetli yerimizde
ki
başarabliyoruz.
O olmasa yapabilir miydik, bilebilir miydik, sevebilir miydik?

Ya cihat diye tutturdukları nedir?
Cahillerin savaş dediği?
Savaş düşaman karşı, ki o düşmanı düşman yapan kafir olması,

Allah bizim dostumuz olmak ister.
İnsanın Allah gibi bir dostu varken kim ona zarar verebilir ki, zarar göreceğinden korkan gerçekten Allah’a inanıyor mudur?
Allah arkamızdayken bizi kim yere serebilir ki? Kim canımızı yakabilir ki?

Bir kimyasal ile insanı acıyı duymaz hale getiren Mevla’nın aşkı ancak yüreğinden çıkan insan her dokunuşta avazı çıktığı kadar bağırır.

Peki o bağıranlara Allah’tan başka kim yardım edebilir ki?

Kim koşacak imdadımıza o olmazsa.
Ne güzel demiş “ biz vermezsek kim o suları size verebilir?”

Allah koca gibidir dırdırı sevmez,
Anne gibidir yavrusunun çok güçlü başarılı olmasını ister,
Kardeş gibidir yalnız koymaz,
Arkadaş gibidir derdimizi onunla paylaşmamızı ister.

Aslında hem hiçkimse gibidir hem de herkes gibi.

Allah işte.

Ağaç gibi bize ihtiyacımız olan meyveyi verir,
su gibi temizler,
altın gibi zenginleştirir...

Yarattığı herşeydeki en kıymetli özellik onun da, neden onu anlamak yerine bu çaresizce bağırış?

Yoksa kimisine cennet kimisine cehennem mi dünya ki

kimisi şükredip yaşarken kimisi canının yanmasından Allah'ın verdiklerini yarattığı güzellikleri göremiyor?

Ve aslında cennetlikler mi mutlu ve gerçekte cehennemlikler mi hep şikayetçi ve üzüntülü?
Kim bilir?
Doğruları yalnızca Allah bilir...

13 ocak 2015 zeynep reyhan

2 Ocak 2015 Cuma

Kar sevilmez mi?

Kar yağıyor üstüme üstüme. Ben arabanın içindeyim. Üşüyorum içimden, aslında üşüyor gibi yapıyorum, çünkü sıcak üflüyor ısıtıcılar. Özellikle sokak lambalarında kendini gösteriyor kar. Kafamı kaldırsam beni arabayla beraber gömmek istercesine üzerime çullanırken ki arsızlığı cama dokunduğunda ısıtıcının da etkisiyle bitiveriyor. Çaresiz su damlasına dönüşüyor. Sileceklerin savurduğu damlalar yeni gelen kar tanelerini de eritiyor. Ne camda ne de yerlerde birikemiyor...

Beşirli sahilindeki üstgeçitte hasbihal etmiştik kar ile belki onsekiz sene evvel. Üzerimde siyah kaşe mantom, yanımda bana göre hayatımı beraber sürdüreceğimi zannettiğim ikizim, dostum, ablam, bilge kağanım (ona göre efendim) var.

Ben okul tatilinde kaçamak yapmışım. Belki sağdan soldan topladığım harçlıkları, belki akrabalara diktiğim dikişlerin parasını, okulda yemek için olan harçlığım yerine götürdüğüm elma ile ekmek arasının karşılığı olan parayı biriktirmişim ve Trabzon’a ona koşmuşum.  

O zamanlar o abla ben küçüğüm. Aynı sınıfta farklı şehirlerde üniversite okuyoruz. Ama abla o. 

O ister ben yaparım. Arada döverim kızarsam bağırırım ama yine de onun istediğini pişirir, onun sevdiği modeli dikerim. O çekirdek istiyorsa çekirdek çıtlatırız, istemezse mısır patlatırız. Bazen çarşaf böreği ister canımız bazen gül böreği. Abla o. Ben ondan iki sene sonra doğduğum için küçüğüm, aynı anda nufusa kaydedildiğim için ikizi.

Kar yağıyor, biz otobüsten indik eve gidiyoruz. Kar altında araba üst geçidinin üzerinde yürüyoruz. O zamanlar tenha Beşirli. Arabalar tek tük geçiyor ve henüz metrelerce doldurulmamış sahil. Hemen yanımızda denizde dalgaların kayalara vuruşunu duyabiliriz. Ama vurmuyorlar. Sakin deniz.

Kar üzerimize yağıyor. Genciz ve çılgınca karlanıyoruz. Kar Trabzonlular için güneş kadar ender görülen bir nimet. Yağmur gibi belirsiz değil, rengi var bembeyaz. 

Hacmi var, üzerimizde topaklar bırakıyor. Anne gibi sert ve ürkütücü değil başımızı kaldırıp bakabiliyoruz ona, başımızı öne eğdirmiyor, 

Babanne gibi merhametli yüzüne bakmamıza müsaade ediyor. Rüzgar gibi sürüklemiyor bizi, anlayışlı, keyifle döne döne yürümemize müsaade ediyor.

Nefes gibi, içimize çekebiliyoruz ve üşütmüyor.

Renkler gibi karma karışık değil bembeyaz. 

Yere düşünce ne hale dönüşeceğini kim kestirebilir öylesine bembeyaz gökten düşen tanelerin. 

Hayata atılınca kim bilir ne şekle dönüşen beyaz insanlar, beyaz umutlar geliyor aklıma.

Kar bazen yumuşacık birikiyor. Trabzobzon’un sert kayalık arazisi, koca ağaçları, dik yokuşlarındaki parke taşları ve istinat duvarlarının üzerlerini örttügü gibi.(tabii müsaade ederlerse) Bazen de geldiği hızla kaçıp gidiyor onların yüzeylerine dokunduğunda eriyip hızla akan sular gibi.

Kar güneş kadar ender görülür Trabzon’da. Biz nedense köye değil de Zigana’ya, Boztepe’ye çıkardık karla birlikte olabilmek, kartopu oynamak icin. Köyün karlı zamanlarında biz  şehirde, okuldayız babannem İstanbolda torunlarının yanında. O torun der yeğenlerine de aslında tek oğlundan olan tek torunları bizleriz. 

Babannem karınca gibi yazın çalışır, kışın hayatın sefasını sürer, orda burda kışlar kendi tabiriyle. Mart gibi yanımıza gelir. Sonra kazmaya veya bellemeye, veya seyreklemeye köye gider. 

Babannem sevmez karı. Soğuk ile de yoktur arası. Romatizmaları azar, şimdilerde benim de boğazlı kazak giymesem azan romatizmalarım ondan bana hediye. Huluman saçlarım, kazma dişlerim, kobets burnum gibi. “Ben senin gibi zayif değildum,  yerden yığmaydum” der benim çelimsiz halime bakıp da acır bana babannem.

Babannem; Boğazımda düğümlenen özlem.

Ablamı kapitalist sistemin, kast sisteminin, faşizmin veya komunizmin belki de demokrasinin veya liberal sistemin en çarpık tarafları ayırdı benden. Dilerse insan her sistemin en kötü tarafını arkasına alıp zulmedebilir ya diğerine üstelik hiçbir sistem içine dahil değilken.

Dilerse her sistemin içindeki ışıktır, sevdiğinin kaktüs mi gül mü  olduğuna aldırmadan dikeni olduğu için korunmaya muhtaç olduğunu düşünür ve övgüyle bahseder onadan.  

Babaannem, öyle bir güneştir her sistemin içine doğan, her olumsuzluğun içindeki dolu taraf olan. Babannem, yere yağınca tutunan ve bilekleri geçen kar gibi yumuşacıktır. Babannem üzerine kendimi bıraktığım kar yığınlarıdır beni güvenle sarmalayan. Babannemin okuyup üflediğinde yüzüme değen tükürükleri gibi, güçlü ve şifa saçıyor, eskilerin tabiriyle tabiatın mikrobunu kırıyor etrafa hızla hücum eden kar taneleri. Babannemin içimi aydınalatan gülümsemesi gibi zifiri karanlık geceyi aydınlatıyorlar.  

Şimdi kar var dışarıda ama tutmuyor. Küçük oğlum kardan adamın neden hala yağmadığını soruyor, büyük oğlum komşunun köpeğinin yuvarlanacağı kadar birikti mi diye seher vakti kalkıp bakiniyor.

Kar, Şurun dağlarını beyaza boyarsa, evin önünde birikirse, üzerimize lapa lapa yağarsa, arabaların üstünü kaplarsa, okulları tatil yaparsa, yürüdüğümüz yerlerdeki izleri hemen arkamızdan kapatırsa, eldivenlerimizin topak yapmasına müsaade edecek kadar yumuşak ve itaatkarsa kar.

Peki bu ne? 

Azrailin Babannemi takvime ve hekimlere göre zamanlı ama benim için apansız alışı gibi...

Zamanın ablamı önce kardeşim sonra bir yabancıya dönüşmesi gibi... 

Trabzon’un parke taşları arasındaki toparkaların çamura, yolların da yürünmez kaygan yokuşlara dönüşmesi gibi...

Ama kar işte. 

Allah’ın emriyle yağan Allah’ın binbir lutfundan bir tanesi. Allah dilerse kara kış olup ölüm getiren, dilerse etrafı bembeyaz yapıp spora, turizme imkan veren, çocuklara umut, büyüklere ilham kaynağı...

 Allah dilerse kardan adama dönüşür sevgiyle bakar bize, dilerse çamura dönüşen yollar pislik, donmuş sokaklar korku saçar etrafımıza.

Yerde çamura dönüşen kara kızamadığım gibi, ablam olarak doğup da bir yabancıya, bir efendiye dönüşen insana kızamıyorum. Sadece yerdeki kardan kendimi ve evlatlarımı korumaya çalıştığım gibi uzak durmaya çalışıyorum. Kucaklayamıyorum, Sarılamıyorum, Avuçlarıma alıp dokunamıyorum.
Kar sevilmez mi?