21 Nisan 2009 Salı

Kıymetli bir insan Türkan Saylan, ve yanına sızan kıymetsizler

Kıymetli insanlar normal insanlara göre daha ağır sınavlardan geçer.
Onların takdiri bu dünyada verilemeyecek kadar büyüktür.
Yaptıklarının değerini kıymetlerin en yücesine sahip olan takdir edecek ve ödüllendirecektir, yeter ki en kıymetliyi idrak etmiş olsunlar.

Bir çok kıymetli insan tarih boyunca defalarca sınav olmuş,
haksız yere sahip olduklarından vaz geçmek zorunda kalmış,
yargılanmış,
anlaşılmamış,
aşağılanmış,
başkaları tarafından kullanılmış,
yeri geldiğinde haksız yere canından olmuştur.

İnsanın kıymeti yaptıklarının yanında bunlara karşı sergilediği tavır ile de kendini gösterir.

Türkan Saylan;
canıyla uğraşırken bile kaybetmediği
nezaketi,
topluma saygısı,
sorumluluk duygusu,
hayatı kabul edebilme erdemi,
sap ile samanı ayırabilme zekası
ve
insanların gözlerini yaşartacak medeni tavırlarıyla
nasıl bir insan olduğunu
tekrar gösterdi.

Allah yaptıklarının karşılığını vereceği için olsa gerek içim son derece rahat.

İnsan kusursuz olmaz,
Tabii ki Türkan Saylanın da eksikleri olmuş olabilir
Yanına sızıp onun gönüllü çabalarınının altında kamufle olarak kendilerini gizleyenleri
görememiş
Aslında aklını böyle konulara yormayıp, birşeyleri iyileştirmek için yıkımı değil yapıcılığı hayat felsefesi olarak bellediği için
-kişi kendinden bilir işi- misali
yanındakilere de yaptıklarını konduramamış ve çevrilenleri farkedememiş olabilir.
Bu demek değil ki tüm dernek üyeleri darbe yanlısı, terör finansörü.
Bu demek değil ki suçlu olanlar sırf bu derneğe girdikleri-derneği kullandıkları - için dokunulmaz.

Bazı şeyler içinde olacak insanın, sonradan olmuyor.
Keşke Türkan Saylan'ı savunanlar,
ondan birşeyler öğrenmiş olsa,
içlerindeki çiğlikten çıkabilse,
nelere alet olduklarını anlayıp,
ucuz edebiyat yerine,
mantıklı cümleler kullansalar...

Üzüm üzüme baka baka kararıyor da
maalesef bilge -olgunlaşmış- insanların yanındaki çiğler olmuyor,
bekleye bekleye çürüyor koku yayıyor, bu koku sağlamların da üzerine siniyor

İnşaallah bu derneğin ve bütün derneklerin içindeki çürükler sağlamlara daha fazla zarar vermeden ayıklanır.
Zira bir çürük meyve bile tüm sepeti çürütebilir.

Saygılarımla

7 Nisan 2009 Salı

Neden evlilik neden boşanma?

Evlilik mutlu olmak için kurulan bir müessese de 18 yaşı doldurmak dışında hiçbir gerek ve yeter koşulu yok.
Bir iş kurmak için bir sürü odaya kaydolmak, sermaye yatırmak eğitim almak veya yetkileri lisanslı birine teslim etmen lazım. Evlilik için sembolik bir para (30 tl) yetiyor.
Bir iş kurduğunuzda; müşteri memnuniyeti, maliye, sosyal güvenlik kurumu, zabıta vs düzenli olarak şirketi ve çalışanları denetliyor da, evlileri denetleyen de, yaptırım uygulayan da yok
Kocandır döverde severde,
Kadındır dırdır yapar,
Kocadır gönlü kayar ama sana geri dönüyorsa sorun yok,
Kadındır seni aldatmadığı sürece sorun yok,
Kocadır zaten yoruluyor bir de sana daha ne yapsın,
Kadındır bütün gün bunalmış sana mı gülümsesin, zaten canından bezmiş, saçıcı senin için süpürge yapmış.
Bunlar artar da artar.
Yirmi sene okuyup düzenli olarak sınavları kazandıktan sonra doktor olan kişi sorunlu bir çocuğu, karıyı veya kocayı tedavi etmek için yıllarca çalışırken, kendi ailesi söz konusu olduğunda başka doktorlara hasta üretebilir hale gelebilir.
Yıllarca okuyup, bir sürü dayanıklılık testinden geçtikten sonra pilot olan kişi uçak kullanabilmek için teknik servisin onaylı raporu, kulenin onayı, hava raporu olmadan uçuşa çıkmaz. Aynı kişi evliliği söz konusu olduğunda ne arızaları, ne ortamın havasını, ne de irtifa kaybetmeye başladığını gördüğünde bir yerleri arayıp yardım istemeyi beceremez de tabiri caiziyse göz göre göre yere çakılır.
Yıllarca okuyup edindiği bilgi ve tecrübeyle karşısına çıkanları boşamamak için bin dereden su getiren hakim zaman olur kendisini bir başka hakimin karşısında buluverir?
Boşanmış biri; boşanmanın nasıl bir travma olduğunu da, gerektiğinde tek çözüm olduğunu da, yukarıda yazdıklarımın onda birinin bile gerek ve yeter koşul olduğunu da en iyi bilendir. Karı ve koca –herhangi biri – birbirine gülümsemekten vazgeçtiği, öfkeyle bakmaya başladığı ve diğerinin de bu durumu düzeltmek için çaba sarf etmekten vazgeçtiği zaman işte boşanma zamanıdır.
Esasında demokrat biriyim, liberal sayılırım. Ama evlilik söz konusu olduğunda karı ile kocanın bir vazifesi konusunda son derece kuralı ve dikta sayılırım. “Kişilerin birbirini her an elinde tutmak için çaba sarf etme zorunluluğu”
Ülkemizde birbirini aldatan, birbirine şiddet uygulayan, birbirini yok sayıp kendi hayatını yaşayan insanların evliliği yürüyor da; Birbiri ile iletişim kurmayı isteyip de bunu başaramayan, kendini anlatamadığı için kavgaya oradan savaşa giden evlilikler ihanet olmasa da, şiddet olmasa da, kumar olmasa da maalesef yürümüyor.
Peki diyelim ki yürümüyor. Karı koca olmayı başaramayan insanların anne baba olarak sorumlulukları ne de topluma karşı aile yetkilileri olarak sorumlulukları nasıl düzenlenmeli boşanma sonrasında?
Karı kocanın birbirinin kıymetini anlaması için karşı tarafa daha fazla değer veren bir mi ortaya çıkmalı? Bir erkeğin veya kadınının çocuğunun kıymetini anlaması için bir başkasının kendi yerine geçip o çocuğa sevgi vermesi mi tetiklemeli iş işten geçtikten sonra?
Buraya kadar atlanılan bir nokta var.
Kadın ile erkeğin fıtratı. Kadınların kadın ve anne olma hakları, kocanın koca ve baba olma hakkı, çocukların anne ve baba ile beraber olma mutlu bir ailede büyüme hakkı.
Boşanan kocalara sorulmalı. Karısının bin liralar kazanması, en güzel yemekleri yapması, adamın istediği misafirleri en iyi şekilde ağırlaması, evin işlerini binbir özenle yapması, çocukların sorumluluğunu tamamen alarak kocasına iş hayatında ilerleyebilme imkanı vermesi mi, eve geldiğinde kendisini gülümseyerek sevgiyle ve heyecanla karşılaması mı daha önemli?
Boşanan kadınlara sorulmalı? Kocasının ona bir yerlerde yetkili kişi olarak çalışmasına destek vermesi, bir sürü insana sözünü geçirebilme imkanı tanıması, böylece her an madden özgür olduğunu hissettirmesi, evini en şık şekilde dekore ettirmesi, tertemiz olması için zamanını veya parasını evine harcamasına izin vermesi mi? kocasının kendisine dilek ve isteklerini yerine getirecek sevgi ve heyecanla kendisine bakması mı daha önemli?
Anne babası boşanan çocuklara sorulmalı? Anne ve babasının onlara lüks şartlar sağlaması, özel dersler aldırması, istedikleri her oyuncağı alması, istedikleri her yere gitmelerine izin vermesi mi daha önemli? Okullarıyla dersleriyle elinden geldiğince yakından ilgilenip, sevgiyle önüne bir kap da olsa yemek koyup, boş zamanlarını mutlu bir şekilde beraber geçirmesi mi?
Eş kelimesi en başta hatalı.
Eşlik yoktur. Karı kocalık vardır. Kocanın karısına, karının kocasına ihtiyacı vardır. Kişinin eşine ihtiyacı yoktur. Eşi zaten kendisi gibidir çünkü.
Kadınlara okumak, meslek sahibi olmak, para kazanmak, özgürlüğünü eline almak, kariyer yapıp bir yerleri yönetmek, lüks eşyalara eve, arabaya sahip olmak, çocuğumun en iyi okullarda okutmak, en iyi bakıcıları tutmak için çalışmak bu arada evli olup toplumda evli olarak bilinmek ve böylece başarılı olmak öğretildi.
Oysa ki bu kadınları mutlu etmedi. Bilakis mutsuz, değersiz hissettirdi. Kadın gibi değil de asker gibi, işçi gibi veya süs biblosu gibi hissettirdi,
Kocalara koca gibi değil eş gibi ama karısı olmayan bir adam gibi hissettirdi.
Kocalara çalışan para kazanan kadınlarla olmak böylece daha iyi şartlarda yaşamak öğretildi, Ama bu onları mutlu etmedi. Bilakis onları kazandıklarını başka ortamlarda harcamaya itti. mevcut şartlar mutluluk vermediği gibi onları başka yerlerde mutluluk arayışına itti.
Tabii ki parasız olmaz. Peki para kazanmak kadınının yükü mü olmalı?
Tabii ki yaşam için iyi şartlar sağlanmalı da bunları sağlamak için mevcut zamanı öfke ve bıkkınlıkla geçirdiğin anlar hayatının bütününü alıyorsa buna değer mi?
Ne kadar para yeterlidir? Ne kadar kazanınca artık durmak gerekir? Ne olmazsa hayat gene de sürer ne olmazsa biter?
Burada mühim olan kişinin gerçekten ne istediğidir.
Karşısındakinin ne istediğini önemsemeyen ve kendi isteklerini ön plana alan için tabii ki sorun yok.
Bir kadını veya bir adamı görmek artık bunaltıyor ise medenice ayrılmak en güzelidir.
Ancak kavgaların sebebi görmek istememek değil de tam tersi bir şekilde iletişim kurmaya çalışmak ise? İşte o zaman bir bilgenin sözü giriyor devreye.
SŞT ;Sitem, şikayet ve tartışma.
Birisini kaybetmenin anahtarı.
Peki çözüm nedir?
Çözüm gitmek isteyen -karı veya kocayı- özgür bırakmak ama kalmak isteyeceği güzellikte bir yaşam alanını ona sağlayıp sunmak.
Kalınacak yer huzurla yaşanabilecek yer olmaya hep devam etmelidir ki –her an her zaman- kişi bir daha gitmeyi aklına bile getirmesin.
6-4-2009

Pırlanta bilekliktir evlilik

Adam kadını gördüğünde işte bu benim hayatımı sürdürmek istediğim insan onu kaçırmamalıyım demiş içinden. En kısa zamanda kadına bu düşüncesini açmış. Kadın “iyi ama nerde senin benimle nişanımı simgeleyen yüzük” demiş. Adam ne olduğunu anlamamış. Kadın “bana pırlanta bir tek taş almalısın ki taktığım sürece sana verdiğim sözün devam ettiğini görüp için rahat etsin” demiş. Adam heyecanla sarrafa gitmiş ve kadına şık bir pırlanta yüzük seçmiş. Yüzükle beraber teklifini yinelemiş, kadın son derece mutlu bir şekilde yüzüğü adamın parmağına takmasına izin vermiş.
Adama kadın ile beraber yaşayacağı günü erkene almak evlenmek için can atıyormuş. Kadın “peki ama nerde senin bana düğün hediyen” demiş? Adam anlamamış kadın ona “pırlanta yüzüğe uyan bir pırlanta bileklik almalısın ki evliliğimizin kalıcılığının göstergesi olsun” demiş. Adam evlenme teklifini kabul eden kadını gururla vaktiyle yüzüğü aldığı sarrafa götürmüş. Kadının daha evvel kalın altın bilezikleri, gümüş bilezikleri, deri bileklikleri olmuş ama kimse kadına pırlanta bir bileklik almayı düşünmemiş. Kadın için adamın ona alacağı pırlanta bileklik ona verdiği karşılıksız sevginin ifadesiymiş. Çünkü eşlerine altın bilezikler alan insanlar zamanla bu bilezikleri bozup kullanmayı düşünür ve aslında hediye almaz yatırım yaparmış. Oysa aynı para verilerek alınan bir bilezik ile pırlanta bileklik aynı paraya geri verilemez, pırlantada yarı yarıya zarar edilirmiş. Kadın geçmişteki yaşadıklarını unutup “zaten hiçbir şekilde bunu bozdurmayacağım. Çocuklarıma ve hatta torunlarıma bırakacağım. Evler arabalar, takılar değişir ama bu pırlanta bileklik bizim aile yadigarımız olacak” demiş.
Gitmişler, sarrafa göre ortanın altında, kadına ve adama göre çok pahalı ama görünüşte son derece sade bir bileklik almışlar. Görenler onu gümüş sanmış, kadın nazar etmesinden korkmadıklarına gururla “yok pırlanta hem de altın üzerine” demiş. Bazen de kızdırmak istediklerine söylüyormuş. “Yaa evet baksan ucuz bir bileklik gibi görünüyor ama kim der ufak bir araba parasına alındığını” diyormuş.
Kadın bu bilekliği bir takmış bir daha çıkarmamış. Dağda bayırda derede tepede her yerde takmış. Taktıkça kocasının ona verdiği kıymeti hatırlıyor gülümsüyormuş.
Daha bir ay olmadan bir akşam kadın yatağına uzanırken elinden düşü vermiş pırlanta bileklik. Öyle apansız. Kadın çok üzülmüş bunu felaket olaylarına yormuş. Kocası “üzülme götürür yaptırırız senden daha mı kıymetli ” demiş. Kadının içine su serpilmiş. Götürmüşler ertesi gün tamire vermişler. Aradan iki hafta geçmiş adamı aramış kuyumcu gelin bilekliğiniz hazır diye. Sattıkları bileklikler içinde en ucuzlarından olan bu bilekliği öylesine tamir etmiş kuyumcu ustası. Kadın sevinçle bilekliği almış adam gururla bilekliği karısının bileğine takmış. Satıcı onların birbirlerine sevgilerini ve ona göre bunu bu ucuz bileklik ile ifade etmelerinin çelişkisini yaşamış. Oysa onun maaşının belki de on katıymış o bileklik de oradaki bileklikler içinde ucuz olanlardan. Kadın ile adam sevinçle evlerine gitmişler.
Akşam olmuş kadın masaya uzanırken düşüvermiş bileklik elinden. Kadın merakla bilekliği incelemiş ve lehim yapılan yerden koptuğunu fark etmiş. Kocasına üzüntüyle bu durumu anlatmış. Kocası “üzülme nazardan ise nazar çıktı bak ne güzel” deyip moralini düzeltmeye çalışmış. Ertesi gün gidememişler kuyumcuya, işleri varmış. Yaklaşık bir hafta sonra gidip olayı anlatmışlar. Kocası “lütfen inceleyin aynı yerden koptu” demiş. Kadın “evet baktım orda bir sorun var” demiş. Tezgahtar sarraf ise içinden “bu ucuz şeyi mi inceleyeceğiz” diyerek bilekliği alıp tamire ayırmış. Aradan zaman geçmiş bileklik tamir edilip kadınının eline takılmış aynı seremoni ile. Kendince akıl vermiş kadına “günlük kullanmayın, ürünlerimiz çok özel günler içindir” diye. Kadın isyan etmiş bu söylere de bilekliği almanın mutluluğuyla çıkıvermiş dükkândan ve taşımaya başlamış bilekliğini.
Kadın teyakkuzdaymış bu sefer sürekli bilekliğindeymiş aklı. Böylece kopmadan fark etmiş bilekliğin eskiden kopan yerinin kırılmaya başladığını. Kadın bilim adamı heyecanı ile durumu kocasına göstermiş. Kocası “iyi ya şimdi götürelim çözsünler” demiş. Götürmüşler. Bu sefer başka bir delikanlı varmış sarrafta. Bilekliği merkeze göndereceğini söylemiş. Aradan zaman geçmiş ama ne aramış adamı ne de sormuş. Onbeş gün sonra adam arayıp merak ettiğini söylediğinde başka bir tezgâhtar özür dileyerek eski tezgâhtarın bilekliği unuttuğunu söylemiş, iki gün sonra adamı çağırmışlar ve bilekliğiniz hazır demişler. Kadın “incelediniz mi demiş neden kopuyormuş?” Adam cahilliğini savurmak için “incelendi ve artık kopmayacak” demiş. Kadın ile adam eve gitmişler.
Ertesi gün bileklik kadınının elinden düşüvermiş. Kadın ve adam sinirle kuyumcuya gitmişler. Kuyumcu aynı anlamaz tavırla onları savuşturmuş. Kadın “yok bu böyle olmayacak, ben bunların merkezini arayayım” demiş. Aramış, karşısına olgun ve saygılı bir bey çıkmış. Ona yaşadıklarını anlatmış, karşıdaki kibarca kadını davet etmiş. Onu daha pahalı bir bileklik almaya ikna etmeye çalışmış kadın karşı çıkmış. Ona daha kolay kullanabileceği bir bileklik önermiş kadın istemeye istemeye kabul etmiş.
Yeni pırlanta bilekliği daha bir özenle taktığı halde bu bileklik de bir hafta sonra ikiye ayrılmış. Kadın ve kocası gidip eski bilekliği geri istemişler. Binbir söz ile “bir daha kesinlikle kopmaz taahhütleriyle geri” almışlar. Kadın artık bilekliği sadece evde takmaya başlamış ki kaybettiğinde bulabilsin.
Ancak hassas bileklik takılmaya dayanamamış, lehim yerinden bir parça kopup kadının bileğini çizmiş. Kadın “yaşasın buldum elimdeyken kopmaya başladı” diyerek bilekliği alıp kocasına göstermiş. Aynı yerden 4. kez kopuyormuş bileklik. Adam ile sarrafın yolunu tutmuşlar. Sarrafın tavrı sabitmiş hangi tezgahtar çıksa aynı ezberi onlara söylüyormuş. Kadın “istemem ben bu bilekliği böyle yapacaksanız” demiş. “Ben bunu takamayacaksam ve sürekli kopacaksa istemem” diye diretmiş. Sarraf kadını sakinleştirmeye çalışıp yollamış.
Kadın şimdi o bilekliğe verdiği para ile bilekliği takmanın ona verdiği haz arasında gidip geliyormuş. “düşecekse ve onu temelli kaybedeceksem bari paramı kurtarayım” düşüncesindeymiş.
Kıssadan hisse.

Pırlanta bileklik kıymetlidir de sarraftan fazla değer verirsen elinden ne gelir?
Sakınan göze çöp mü batar?
Pırlanta bileklik takılmak için midir kasada saklanmak için mi?
Pırlanta bilekliği takmanın ciddiyetini ve konforunu ihmal ettiği zamanları kadın nasıl hasretle yaad ediyor şimdi takamaz veya takamayacağına dair korkular beslerken içinde?
Aynı yerden tamir kaldırır mı, kaldırır ise kaç tamire dayanabilir bir pırlanta bileklik?
Belki bir boğumu kaldırmalı mı ya da sökük yeniden mi takmalı?
Ya da bilekliği yapan usta da o bilekliğe takan kadar kıymet verse sorun en başta çözülür müydü?
Özetle; Evlilik sahip olmanın kıymetini bilemediğimiz bir pırlanta bilekliktir.
Daha evvel hiç takmamış isek altın bilezik gibi davranır sonra hayal kırıklığına uğrarız. Altın bilezik bozulsa da aynı kıymeti eder de pırlanta bileklik yarı değerinin baştan kaybeder.
Ve bir sorun var ise bir evlilikte tamir etmek aynı sorununun tekrarını önlemez. Önemli olan sorunlu kısmı gözden çıkarmak sağlam kısımları kaybetmemek için belki de bir boğum olmadan hayatı sürdürmektir.
Evlilik pırlanta bilekliği sapasağlam bileğinde taşımaktır. Mutlu evlilik ise hiç çıkarmadan taşımaktır. Sahte evlilik ise onu kasaya kaldırmak, düşmanları çatlatmak veya gösteriş yapmak gerektiğinde çıkarıp takmaktır.
Allah herkese kıymetini bilip koruyabilecekleri bir pırlanta bileklik versin de onlar bunu torunlarına yadigâr bırakabilsinler. 7 nsan 2009

2 Nisan 2009 Perşembe

azınlık mecburen bir partiye oyverirken sanmasın ki çoğunluk güle oynaya başka bir partiye oy veriyor

http://www.gunebakis.com.tr/haber.phpid=14686&t=AKP_Disiplin_Kurulu_eski_üyesi_Avukat_Terzi,_ilginç_bir_yorum_gönderdi._
Sayın Ali Faruk Terzi beyefendi'in yukarıdaki linkte yayınlanan yazısını okudum
Açıkyürekliliği ve cesareti takdire şayan,
olaylar karşısındaki acizliği ise ayrı bir hüsran.
Bununla birlikte,
ne hazin ki ötekiler bizi akp ye mecbur ederken
biz akpliler veya diğer parti yetkilileri gibi hırslı olmadığımız,
ilerlemek uğruna birşeyleri görmezden gelemediğimiz için,
veya birşeylerimizi riske atıp birileri için kendimizi feda edecek kadar cesur olamadığımız
belki de dünya meşgalelerine dalıp haksızlıklara karşı sessiz kaldığımız için
şikayet ede ede, kahrola kahrola
kötünün iyisine oy veriyoruz.
Oy verdiklerimizin verdiği yanlış kararların sonucunu hayatımıza uydurmaya çalışıyor,
bir şekilde ayakta kalmayı mağrifet sayıyoruz.
belki de böylece öteki dünyada ödeyeceğmiz bedelin sembolik yansımasını bu dünyada ödüyor,
nasıl cezalandırılacağımız hakkında fikir sahibi oluyoruz.
Herkes hakettiği şekilde yönetilir.
İnşeallah bu ülkenin çoğunluğu en iyi yönetimi hakedecek inanca ve bilince ulaşır, bakarsın biz de onlardan nasipleniriz.
Allah hakkımızda hayırlısını nasip etsin...