2 Ocak 2015 Cuma

Kar sevilmez mi?

Kar yağıyor üstüme üstüme. Ben arabanın içindeyim. Üşüyorum içimden, aslında üşüyor gibi yapıyorum, çünkü sıcak üflüyor ısıtıcılar. Özellikle sokak lambalarında kendini gösteriyor kar. Kafamı kaldırsam beni arabayla beraber gömmek istercesine üzerime çullanırken ki arsızlığı cama dokunduğunda ısıtıcının da etkisiyle bitiveriyor. Çaresiz su damlasına dönüşüyor. Sileceklerin savurduğu damlalar yeni gelen kar tanelerini de eritiyor. Ne camda ne de yerlerde birikemiyor...

Beşirli sahilindeki üstgeçitte hasbihal etmiştik kar ile belki onsekiz sene evvel. Üzerimde siyah kaşe mantom, yanımda bana göre hayatımı beraber sürdüreceğimi zannettiğim ikizim, dostum, ablam, bilge kağanım (ona göre efendim) var.

Ben okul tatilinde kaçamak yapmışım. Belki sağdan soldan topladığım harçlıkları, belki akrabalara diktiğim dikişlerin parasını, okulda yemek için olan harçlığım yerine götürdüğüm elma ile ekmek arasının karşılığı olan parayı biriktirmişim ve Trabzon’a ona koşmuşum.  

O zamanlar o abla ben küçüğüm. Aynı sınıfta farklı şehirlerde üniversite okuyoruz. Ama abla o. 

O ister ben yaparım. Arada döverim kızarsam bağırırım ama yine de onun istediğini pişirir, onun sevdiği modeli dikerim. O çekirdek istiyorsa çekirdek çıtlatırız, istemezse mısır patlatırız. Bazen çarşaf böreği ister canımız bazen gül böreği. Abla o. Ben ondan iki sene sonra doğduğum için küçüğüm, aynı anda nufusa kaydedildiğim için ikizi.

Kar yağıyor, biz otobüsten indik eve gidiyoruz. Kar altında araba üst geçidinin üzerinde yürüyoruz. O zamanlar tenha Beşirli. Arabalar tek tük geçiyor ve henüz metrelerce doldurulmamış sahil. Hemen yanımızda denizde dalgaların kayalara vuruşunu duyabiliriz. Ama vurmuyorlar. Sakin deniz.

Kar üzerimize yağıyor. Genciz ve çılgınca karlanıyoruz. Kar Trabzonlular için güneş kadar ender görülen bir nimet. Yağmur gibi belirsiz değil, rengi var bembeyaz. 

Hacmi var, üzerimizde topaklar bırakıyor. Anne gibi sert ve ürkütücü değil başımızı kaldırıp bakabiliyoruz ona, başımızı öne eğdirmiyor, 

Babanne gibi merhametli yüzüne bakmamıza müsaade ediyor. Rüzgar gibi sürüklemiyor bizi, anlayışlı, keyifle döne döne yürümemize müsaade ediyor.

Nefes gibi, içimize çekebiliyoruz ve üşütmüyor.

Renkler gibi karma karışık değil bembeyaz. 

Yere düşünce ne hale dönüşeceğini kim kestirebilir öylesine bembeyaz gökten düşen tanelerin. 

Hayata atılınca kim bilir ne şekle dönüşen beyaz insanlar, beyaz umutlar geliyor aklıma.

Kar bazen yumuşacık birikiyor. Trabzobzon’un sert kayalık arazisi, koca ağaçları, dik yokuşlarındaki parke taşları ve istinat duvarlarının üzerlerini örttügü gibi.(tabii müsaade ederlerse) Bazen de geldiği hızla kaçıp gidiyor onların yüzeylerine dokunduğunda eriyip hızla akan sular gibi.

Kar güneş kadar ender görülür Trabzon’da. Biz nedense köye değil de Zigana’ya, Boztepe’ye çıkardık karla birlikte olabilmek, kartopu oynamak icin. Köyün karlı zamanlarında biz  şehirde, okuldayız babannem İstanbolda torunlarının yanında. O torun der yeğenlerine de aslında tek oğlundan olan tek torunları bizleriz. 

Babannem karınca gibi yazın çalışır, kışın hayatın sefasını sürer, orda burda kışlar kendi tabiriyle. Mart gibi yanımıza gelir. Sonra kazmaya veya bellemeye, veya seyreklemeye köye gider. 

Babannem sevmez karı. Soğuk ile de yoktur arası. Romatizmaları azar, şimdilerde benim de boğazlı kazak giymesem azan romatizmalarım ondan bana hediye. Huluman saçlarım, kazma dişlerim, kobets burnum gibi. “Ben senin gibi zayif değildum,  yerden yığmaydum” der benim çelimsiz halime bakıp da acır bana babannem.

Babannem; Boğazımda düğümlenen özlem.

Ablamı kapitalist sistemin, kast sisteminin, faşizmin veya komunizmin belki de demokrasinin veya liberal sistemin en çarpık tarafları ayırdı benden. Dilerse insan her sistemin en kötü tarafını arkasına alıp zulmedebilir ya diğerine üstelik hiçbir sistem içine dahil değilken.

Dilerse her sistemin içindeki ışıktır, sevdiğinin kaktüs mi gül mü  olduğuna aldırmadan dikeni olduğu için korunmaya muhtaç olduğunu düşünür ve övgüyle bahseder onadan.  

Babaannem, öyle bir güneştir her sistemin içine doğan, her olumsuzluğun içindeki dolu taraf olan. Babannem, yere yağınca tutunan ve bilekleri geçen kar gibi yumuşacıktır. Babannem üzerine kendimi bıraktığım kar yığınlarıdır beni güvenle sarmalayan. Babannemin okuyup üflediğinde yüzüme değen tükürükleri gibi, güçlü ve şifa saçıyor, eskilerin tabiriyle tabiatın mikrobunu kırıyor etrafa hızla hücum eden kar taneleri. Babannemin içimi aydınalatan gülümsemesi gibi zifiri karanlık geceyi aydınlatıyorlar.  

Şimdi kar var dışarıda ama tutmuyor. Küçük oğlum kardan adamın neden hala yağmadığını soruyor, büyük oğlum komşunun köpeğinin yuvarlanacağı kadar birikti mi diye seher vakti kalkıp bakiniyor.

Kar, Şurun dağlarını beyaza boyarsa, evin önünde birikirse, üzerimize lapa lapa yağarsa, arabaların üstünü kaplarsa, okulları tatil yaparsa, yürüdüğümüz yerlerdeki izleri hemen arkamızdan kapatırsa, eldivenlerimizin topak yapmasına müsaade edecek kadar yumuşak ve itaatkarsa kar.

Peki bu ne? 

Azrailin Babannemi takvime ve hekimlere göre zamanlı ama benim için apansız alışı gibi...

Zamanın ablamı önce kardeşim sonra bir yabancıya dönüşmesi gibi... 

Trabzon’un parke taşları arasındaki toparkaların çamura, yolların da yürünmez kaygan yokuşlara dönüşmesi gibi...

Ama kar işte. 

Allah’ın emriyle yağan Allah’ın binbir lutfundan bir tanesi. Allah dilerse kara kış olup ölüm getiren, dilerse etrafı bembeyaz yapıp spora, turizme imkan veren, çocuklara umut, büyüklere ilham kaynağı...

 Allah dilerse kardan adama dönüşür sevgiyle bakar bize, dilerse çamura dönüşen yollar pislik, donmuş sokaklar korku saçar etrafımıza.

Yerde çamura dönüşen kara kızamadığım gibi, ablam olarak doğup da bir yabancıya, bir efendiye dönüşen insana kızamıyorum. Sadece yerdeki kardan kendimi ve evlatlarımı korumaya çalıştığım gibi uzak durmaya çalışıyorum. Kucaklayamıyorum, Sarılamıyorum, Avuçlarıma alıp dokunamıyorum.
Kar sevilmez mi?