6 Mayıs 2013 Pazartesi

bilmeden yaşamak için neler vermezdim

Bilmeden yaşamak için neler vermezdim. Başıma gelebilecekleri tahmin ederek yaşamak onları her an yaşamaktan daha zor?
Allah hangi günahı işlerseniz işleyin tövbe edin affedeyim diyor. Ben tarifi olmayan günahların içindeyim.
Kendimi kandırmak ve kandırdığım kendime başkalarını inandırmak. İki yüzlü olmak kolay olurdu onlarca yüzü olan için.Hangisine sahibim şu anda bilmiyorum.
Kimileri korku filmi izleyip korkmayı, macera filmi izleyip heyecanlanmayı isterken ben bunları düşünsem bile yaşıyor olduğum için daha somutunu görmeye dayanamıyorum.İnsanlar birisinin acısından bahsedip ona acırken ben o birisi olup içimi yakan acıyla mücadele ediyorum.
Bazen bu bir ruh hastalığı mı diye düşünüyorum, bazen yok sadece kalp gözüm açık da görebiliyorum diyorum.
Bazen yeşil yol filmindeki zenci adam gibi yaşayanların yaşarken dayandıklarına onlara bakarken veya bakmadan düşünürken dayanamayacak oluyorum.
Ya çocukluğumun ve çektiğim yalnızlığın etkisi bu ya da başka yerlerden beslenen bir akarsu.Akarken iyiydi, bazen coşkulu ve dolu dolu, bazen azalıyordu suyu da sonra bir şey oldu.Suyun önüne belki heyelandan düşen bir tepe, belki de suyun yavaş yavaş biriktirdiği çalıların doldurduğu bir boğaz engel olarak dikildi. Şimdilerde bir damla eklense o suya sanki kenarı daha da yükselecek ve belki de Hasankeyf gibi geçmişimi ifade eden çok kıymetli yerler suyun altında kalacak.
Korkuyorum. O barajın dolmasından veya onun doğal bir göl olmasından.Doldukça doluyor. Ben kulaklarımı kapatıyorum, bazen gözlerimi ve bazen elimi eteğimi çekiyorum hayattan ama engel olamıyorum. Ya o baraj doldukça dolacak ve sular yükseldikte vakiyle kıymet verdiğim herşey onların altında kalacak, ya da su öyle yükselecek ki o seti önüne katıp gidecek ve kimbilir nereler önce çamurlu sularla kaplanıp sonrasında çekilen suların bıraktığı yıkılmış lığın etkisinde kalacak.
Bilmiyorum. Bir çizgi film anlatsaydı halimi durdukça şişen bir kafa çizerdi. Bir korku filmi olsaydı aklımdan geçenler belki hasılat rekorları kırardı. Başarılı bir yazar olsaydım tarihe geçerdim. Oysa ki o kadar basit ve hiçim ki sadece kaçıyorum kendimden, bunları duyurmaktan ve düşünmekten.
Aklım pek çok dalga boyunu sürekli gören bir istasyon gibi. Duymak yoruyor. Zaman kimisi için düzenli ilerlerken ben kendime döndüğüm anlarda onlarca frekansa aynı anda yakalanıyorum ve karmaşık duygular altında eziliyorum.
O anlarda kızıyorum kendime daha çok okumadığım için çünkü daha iyi anlatabilmek için hislerimi çok daha fazla kelimeye ihtiyacım oluyor. O kelimeleri biliyorum ama konuşamıyorum, yazamıyorum. O anlarda bir ruh ikizi arıyorum. Benim düşündüklerimi düşünüp de beni rahatlatacak cevaplara sahip olmasını diliyorum. Yok. Bazen varmış gibi biri çıkıyor karşıma ama ya ben onu görmek istediğim gibi görüyorum ama onun ruh ile alakası olmuyor, ya da herşeye öyle özen gösterdiğim için o çok sevdiğim basit bir hatayı tekrarlamaya başlamışsa yok oluveriyor gözümde ve kalbimde.
Kalbimdeki mezarlığa öyle çok insanı gömdüm ki. Oraya yollamak zorunda kalmayayım diye uzak durmaya başlıyorum insanlardan.
Çoğunlukla babaannemi koyuyorum aradığımın yerine. Ölmüş olduğu için de günlerce ağlıyorum vaktiyle kıymetini bilemediğim için. Belki de annem anne olsaydı ve babam baba ben babaanneme bu denli büyük bir yer vermezdim içimde. O gittiğinde –Mevla onu aldığında- böyle kala kalmazdım dünyada sanki iki yaşında hem öksüz hem yetim kalmış gibi.
Sonra O beni öyle çok seviyor ki beni yaşam imkanları sundu ardı ardına babam gibi ve ben her yaramazlık yaptığımda sabırla bekleyip sevgiyle koynuna aldı beni annem gibi diyorum. Aslında O’nun bana olan sevgisini göstermesine veya benim görebilmeme vesile olduğu için beni annesiz ve babasız dünyaya göndermesine sabredebiliyorum. O beni nasıl sevip bana yakın olduysa ben de ona yakın olmaya çalışıyorum. Bana verdiklerinden ayrı kaldığımı düşünüp kendimi yalnızlığa alıştırmaya çalışıyorum. Sahip olduklarım bazen hediye gibi geliyor şükrediyorum, bazen yük gibi geliyor taşımakta zorlanıyorum. Derviş olsam kolay olurdu ama ben kadınım. Fiziksel olarak dünyayı tek başıma dolaşmaya kalksam kimbilir başıma neler gelirdi.
Zaten küçükken de korkardım tek başına biryerlerde olmaktan. Bir taraftan yalnız kalmaktan korkarken diğer taraftan da her hatamda dayak yememek için kaçardım evden. Bazen apartmanın merdiven boşluğunda beklerdim kaderimi, bazen kimsenin açmaya gerek duymadığı eski bir sandığın içinde. Bazen ormana kaçardım ilk korkunun verdiği cesaretle. Sonra dayaktan korkunun yerini hayal ettiğim varlıkların korkusu alır kuyruğumu kıstırıp eve yanaşırdım. Genellikle kaçtığım dayağın iki misli ile son bulurdu her macera. Ama hiç acızmadı dayak. Dayak vuranın beni sevmiyor olmasının verdiği acının yanında.
Dayak acıtmadı. Ne anne babanın ne öğretmenin ne de kardeşlerimin dayağı. Sözler acıtmadı. Küfür edenlere boş konuşan insanlar gözüyle baktım. Becerebiliyorlarsa dediklerini yapsınlar yoksa boş tenekeden farkı yok küfredenlerin dedim.
Aklıma gelecek tüm otoritelere meydan okudum. Annem ve babam olan kişilerden yediğim dayaklar, öğretmenlerimden işittiğim aşağılamalar dışında ne ceza evine düşebildim ne de düşülebilecek başka yerlere.
Ben asi oldukça insanlara O korudu beni. O beni korudukça ben daha dik başlı oldum.
Kimileri yüzlerce kitap okur O’nu sevenlerin yazdığı ve O’nu anlattığı ama anlamaz O’nun varlığını. Günde beş defa 99 ismini anar da anlamaz ya manalarını ben bunları öğrenmeden bildim ve bilmeden sevdim O’nu. İlk intihar girişiminde şeytan belki bana onunla kavuşacağımı fısıldadı ve huzur içinde kapattım gözlerimi. O daha değil beklemen gerekiyor dedi benim yaşamam için birilerini ve birşeyeleri bana sunarken. Ben bilmeden anladım beni en çok sevenin O olduğunu. Yüreğim sıkışıyor ona olan sevgimden bahsederken. En son bir gece evdeki tüpü açıp da ona kavuşmayı beklerken beni uyandıran ve uyuşmaya başlamış ellerimle o tüpü kapatmamı söyleyerek beni dibi olmayan kuyulardan çıkaran da O’ydu. Sonrasında denizden kurtulmam için yılanı yılandan kurtulmam için ise deli olmamı sağlayan da O.
Aslında herkesin verebileceği ve veremeyeceği hesapları vardır ya bana tüm hesaplarımı verebileceğimi çünkü her hesabın verilebileceğini, her yoldan dönülebileceğini, henüz şah damarımın yanında iken her gecenin sabahının olabileceğini öğreten de O’dur.
Peygamberin nasıl namaz kıldığı veya ibadet yaptığı hakkındaki rivayetlere göre ibadet yapıp da varını yoğunu inancı uğruna gözden çıkarabilmek bir yana fitresini, zekatını, vergisini verirken bile biryerlere birşeyler sıkıştırmaya çalışanlara, hakkı söylemek yerine yöneticisinin söylemesini istediklerini söyleyenleri, helalini kazanmak yerine kazandığı hakkı sonsuz kabul edip artık çalışması gerekmediğini düşünenleri gördükçe dayanamıyorum bizleri bu kadar seven var iken sevmeyenlere yaranmaya çalışanlara ve ölesim geliyor. Ölüp de bunlardan kurtulup O’na kavuşmak istiyorum. Bir gün ben de öleceğim. Bana benim iyiliğim için herşeyi verenden O’nun uğruna şehit olarak canımı alması için dua ediyorum. Bana verdiklerin için sağ ol ama ben seni istiyorum. Vaktiyle çok denediğim halde buna mani olan eminim doğru zamanı planlamış ve doğru şekilde şehit olacağım kaderi bana yazmıştır.
İşte o zaman ben cennete vardığımda benim gibi onunla olmak isteyen ailemle ait olduğum beni sevip koruyan anne babaya kavuşmuş olacağım. Sabır en önemli imtihan. Hele bir de özlem var ise insanın nefesini kesen geçmek bilmiyor zaman. Ve ne kadar özlerse özlesin insan ölümü doğan bir çocuğun doğmaktan korkması gibi ölmek korkutuyor. Nasıl olacağını bilmiyorum. Nerde geleceğini de. Ancak beni böylesine seven ve her fırsatta koruyup mutlu etmeye çalışan Rabbim’in bana en güzelini sunacağını biliyorum. İşte o an özgür oluyorum. Bu bir kavuşma. Beni yoran bu imtihanı yaşamak mı, yoksa insanların imtihanlarını seyrederken avazım çıktığı kadar “ yalan diyorsunuz siz inanmıyorusunuz, inansanız yalnz ondan korkardınız başkasıdan değil” diyemeden sessizce etrafımdakileri seyretmek zorunda kalmak mı? 7 mayıs 2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder