10 Ağustos 2014 Pazar

Ne senden vazgeçerim ne de vazgeçiririm kendimden

Tam kapıdan çıkarken üstünü değiştirmeyekarar veren, ayakkabılarını giymekte direren ve avazı çıktığı kadar bağıran küçük oğlumu pelerinvari battaniyeye sararak evden çıkabildim.

Topraktan apansız çıkarılıp ona ilk temas eden eşyadan uzaklaşmak için halkalar halinde kendini zıplatmaya çalışan solucanlar misali kollarımın arasında debelenirken belimin ağrısına yenilip hasta olduğuna aldırmadan battaniyeyi çıkarıp yere bıraktım bahçede.

"Iıııh ayakkabılarım yok, anne araba burda değil, ben yürüyemem" diye ağlamaya başlayıp bacaklarıma sarılışını beyaz bayrak kabul edip tekrar battaniye sardım ve kucağıma alıp bu kez sakince arabaya götürdüm.

Arabaya biner binmez koltuğuna oturmamak için ağlamaya başladı.

Belimin ağrısına gerilen sinirlerim eklenince zorla bağlayacak gücü bulamadım kendimde. "Ben de çalıştırmam arabayı koltuğuna oturmazsan" deyip kendi yerime oturdum.

Aldırmadı bile.

Duvardan farksız yüzü ile karşıya bakıyor, iki koltuk arasına tutunmuş, çorapları ile "soğuk" yere basıyordu.
Belki korkar da oturmaya razı olur diye hızla çalıştırdım arabayı.
Bir hızlanıp bir fren yaparken aynadan da onu izledim.

Korkmadı, bilakis eğlendi.Gülmedi, sadece bakışları belirginleşti ve ağlaması kesildi.
Siteden çıkınca inadımın yerini anne sorumluluğu aldı.
Sinirle sola yanaştım.

Gözlerinde zaferin ışığı, beni pes ettirmenin gizli tebessümü, sümüklerine karışmış gözyaşları içinde ıslak suratı ile gözlerini kaçırmadan bakıyordu yüzüme.

Önce sinirle "otur" dedim koltuğuna, reddetti. Alıp çıkardım arabadan ve yere bıraktım. Ağlayarak içeri girdi.
İtiraf ediyorum kalmayı seçse daha zor olacaktı benim işim.
İçten içe rahatladım, benden daha sert bir kayaya çarpmamış olduğumu görünce.

Ben olsam binmez ve canına okurdum annemin de onun mantığı ağır basmış, atleti, pijaması ve çoraplarıyla soğukta dışarıda kalamayacağını anlamıştı.Aferin dedim benim gibi ilk fırsatta yakmayacak gemileri.
Çocukluğumla birlikte babamın bana yaptığı bedduayı hatırladım."Allah sana senin gibi bir kız versin"demişti.

Başarısız olup oları haklı çıkarmamak mı daha ağır bastı anne merhameti mi bilemedim.
Belki de Sevgi evlerinin yanında, soğukta, küçük ve hasta çocuğunu arabadan atan bir öğretmen olarak tarihe geçmek veya bundan dolayı soruşturma geçirmek istemedim.

Birden öğretmen olduğumu hatırladım.
Evet ben onunla baş edebilirim.

Karşımdakinin benden neredeyse otuzüç sene küçük olduğunu ve o iki tane üçün biri kadar zamandır dünyada kaldığını düşündüm.
"Anlayışsız olması normal" deyip teselli ettim kendimi.

"siz büyük aklınızla küçüğü saymazsanız küçük küçük aklı ile sizi nasıl saysın" derdi sevgili hocam.

"sen karar ver o zaman, koltuğuna oturmak mı dışarı çıkmak mı istersin?"
"ııı ıh soğuk ayakkabım yok, montum yok, üsürüm"
"..."
"tamam oturacağım" dedi.
"Hadi o zaman yardım edeyim sana"
"I ıııh burdan değil ordan"
Arka koltuğun ortasına sabitlediğim koltuğa benim yanımdan değil de diğer taraftan oturarak gücünü ortaya koydu.
Sonra da "bağla kemerimi" diyerek beni görevlendirdi.

Doktor randevumuz olmasa, sabah abisi de beni dikkate almayıp ceza olarak okula yürümek zorunda kalmasa eve döner, şuruplarından vermeye devam eder ve kendimi kahveye verirdim.
-miydim?

Bu kadar başarısızlığı bir günde kaldıramayacağım için gülümseyip kemerini bağladım
"I ııh burnum aktı burnumu sil" dedi. Peçeteyi çıkardım ara bölmeden
"I ııh peçete değil islak havlu ile" dedi. Islak havlu çıkardım ve eline verdim silsin diye.
"Al anne ıslak havluyu" dedi. Sümüklü havluyu geri aldım.

"Anne bana kızmadı, anne abiye kızdı,
Mehmet çok akıllı,
ben hasta oldum, burnum aktı, ateşim çıktı,
ben akıllıyım koltuğuma oturdum......"

"Sana kızdım ama geçti" dedim ve sakinmiş gibi hastahaneye götürürken "askımmmm, balımmmm, nar tanem, nur tanem demeye başladı"
Aynadan tebessüm ettim.

Doktor bayılıyor Mehmet Kemal'e
Bana yaptıkları hiç yaşanmamışcasına gülümsedi ve her sözü dinledi.
"Nasıl başardınız bunu böyle akıllı yapmayı?" diye sorar her defasında.
"Sen bir de bana sor, neredeyse polis annelik lisansımı elimden alıp çocuğumu koruyucu aileye verecekti" derim -içimden- de
gülümser "benim işim bu ben öğretmenim" derim.

İşte bunları hissettim "ne senden vazgeçerim ne dersaneden" başlıklı yazınızı okurken.
İçimden Başbakana ilanı aşk yapacağınızı ümid edip heyecanlanmıştım.

Bazen büyüklerin de çocuk olası tutuyor, inatlaşmak yerine "sen karar ver adını ne koyalım nasıl yapalım" dediğinde kendilerini mutlu hissediyorlar.
"ben büyüdüm çok çok çok büyüdüm üç beş on yaş oldum" diyen mehmet gibi oluyorlar.

İltifat ve takdir bağımlılık yapar, sitem, şikayet ve tartışma uzaklaştırır insanları birbirinden.
Sevdiğiniz ne yaparsa yapsın tartışmayın, sitem ve şikayet etmeyin, ne derse "ne güzel düşündün, ben düşünememiştim" deyin ki sizi kaybetmemek için kendi kendini düzeltsin demişti sevgili ruh hekimim Hamdi Bey yıllar evvel.

Her ne kadar "küstüm ama barışa da bilirim" okunsa da satır aralarımda daha net bir ilanı aşk yakışırdı marangozun meşeye şekil vermek için aletlerine hissettiğini hayranlıkla anlatan sevgili Hocama dedim
Ve marangoz sabrı tabii ki

Büyük olmak mevkiyle değil mevkileri gözden çıkarabilecek cesaret ve küçükleri ikna edip yönlendirebilecek sabırla ölçülmeli bence

Ben sizi büyük gördüğüm için sizden bu kısır döngüde küçüklerinizi -daha net ve basit şekilde- yönlendirmelerinizi bekledim.

Yine de romantikti
Gülümsedim......
Çölde bir damla su gibi geldi
Teşekkür ederim
......
Muhabbetle kalın efendim. ZR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder